8 Eylül 2008 Pazartesi

gitmeliydik seninle o hiç bilmediğimiz şehirlere.... yol almalıydık el ele... geçmediğimiz yollardan geçmeliydik.. yeni patikalar üretmeliydik düşlerimizde.. sokaklar ıssız.. sokaklar sessiz.. bense çaresiz... gölgelerimiz belirmeliydi.. yağmur sularındaki birikintilerin üzerine ve sen beni eğilip öpmeliydin boynumdan... koklayarak... nefesimi nefesine çekerek.. damarlarında hissetmeliydin çektiğin her nefesinde.. haykırmalıydı sana sevgimi.. ama duymadın.. yada duyduğun anlarda umursamadın.. oysaki umutlarım vardı.. sensizlikle birlikte bir düşten düş tü.. adı üstünde işte düş-tü...

12 Haziran 2008 Perşembe




Haziran ayının güzel bir Pazar günü, tarihi yarımadada yaptığımız gezi esnasında Muhteşem Süleyman’ın dahi mimarı Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Külliyesi’ne de uğradık. Caminin avlusundan görkemli yapıyı hayranlıkla izleyen yabancıları görüp, devasa eserleri bu denli mütevazilikle inşa edebilen ecdadımızla bir kez daha gururlandıktan sonra, günün yorgunluğunu atmak ve huzurlu bir yemek yiyebilmek için Darüzziyafe’ye gittik. Burası 1550-1552 yıllarında külliyenin imareti olarak yapılmış, bir süre sonra da padişahların büyük ziyafetler verdiği bir mekan olarak yine Darüzziyafe adıyla kullanılmış.
Darüzziyafe, tarihi dokusu ve haz veren ortamı ile şehrin göbeğinde, şehrin keşmekeşinden kaçıp sığınabileceğiniz son derece nezih bir ortam. Daha kapısından girer girmez sizi saran o mistik hava, avluda sizi karşılayan ve 450 yıllık olduğu sanılan çınarın varlığıyla, iyice siniyor içinize. Yemyeşil bahçesinde, Türk müziğinin en güzel nağmeleri eşliğinde yemeğinizi yerken, adeta geçmiş zamana bir yolculuk yapıyorsunuz.
Yemek listesine bakarken seçim yapmak gerçekten çok zor. İlk kez gideceklere önerim Darüzziyefe Köftesi olmakla birlikte, sahanda kekikli pirzolayı öneririm. Yanında içtiğim çilek şerbeti ile eşsiz bir lezzet olduğunu söylemeliyim.

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Böyle Biri Varmı...

Sizi sizin kadar tanıyan biri;
sizi düşünen, düşünmeyi öğrenmiş, sakin, uslu, efendi...
Oturmayı kalkmayı bilen, sevmeden edemediğiniz biri.
Size sizi anlatmayı seven, sizi başkalarına anlatmayı her şeyden çok seven, sizin için çok şey yapmaya hazır biri.
Ne söylediğini bildiğinden hep emin oldugunuz, sizi tanıdığı kadar kendini ve hayatı da tanıyan biri.
Bazen düşüncesine şiddetle ihtiyaç duyduğunuz biri.
Sabahın üçünde "ayıp olur mu" diye endişelenmeden arayabildiğiniz ve üçüne beşine bakmadan size duymanız gerekenleri söyleyen, gecenin o karanlığında kalkıp ışığı yakan, masanın başına geçen biri...
Kaleminiz-kağıdınız, aynanız, saatiniz, kravatınız olan.
Bazen gölgeniz olan biri, ve bazen vicdanınız.
Eh bazen de uykusuz bıraktığınız için, vicdan azabınız olan biri...
Hayatınınızda böyle biri var mı?
Varsa;
KIYMETİNİ BİLİN...
Bugün onu arayın; hatırını sorun...

1 Mayıs 2008 Perşembe


Geç zamanların geç kalmışlıklarında yorgun düşmüş yüreğim, çaresiz üzerime düşmüş gölgenin geçmesini bekliyor.
Artık karanlıkta el yordamıyla bile yürüyemiyorum.
İlahi vuslatı bir kez daha özlerken tüm hayatı balçıkla sıvadık.
Tüm gizemi kayboldu baharın.
Yüzüstü kapaklandığım balçıktan doğrulmaya bir çabam bile yok.
Hiç kimseye ait değilim.
Ve hiç kimse, hiçbir hayat, hiçbir bahar ve hiçbir umut bana ait değil...


28 Nisan 2008 Pazartesi

Merhaba

Bir gün bunalırsan ve sıkıntını paylaşmak istersen beni ara...
iki elim kanda olsa gelirim, sıkıntını yok ederim...
Bir gün ağlayacak gibi olursan da ara beni....
Seni belki güldüremem ama, söz veriyorum senle birlikte ağlayabilirim...
Bir gün uzaklara kaçmak istersen beni aramaktan çekinme....
Seni belki durduramam ama, senle birkikte koşabilirim....
bir gün yüksek bir köprüden atlayama kalkarsan da ara beni....
Seninle birlikte atlayamam ama, aşağıda bekler, seni tutabilirim....
Bir gün herhangi bir konuda kararsız kalırsan ara beni....
Seni senden fazla düşünür sana fikirler verebilirim....
Bir gün kimseyi dinlememeye karar verirsen de ara beni....
Ağzımı açmayacağımı, söylemediklerini bile dinleyeceğimi bil....
Bir gün beni üzdüğünü düşünürsen de çekinme, yine ara beni...
Göreceksin, sana kıyamam, kızamam, üzemem seni....
bir gün beni ararsan ve benden bir karşılık alamazsan....
Söz ver : O zaman sen ulaşmalısın bana....

21 Nisan 2008 Pazartesi

Bazen de çekiliriz...
Puslu düşüncelerin içinde...
Ama sakin tek başına...
Ayrıntıya kalmadan karışmadan...
Yani gece ye dön ...
Gizlenir her şey içinde onun...
Teksindir onunla...
Ayrıntıya kalmazsın daha kolay düşünürsün...
Anlarsın eğriyi de doğruyu da.
ve çizgini belli edersin..

15 Nisan 2008 Salı

İstemek ve Gitmek...

Bu günlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasina, bir başka ülkeye, dağlara,kırlara, uzaklara... Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey... Her şeyi herkesi bırakıp gitme isteği. Öyle "yanına almak istedigi üç şey" falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her şeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini birakıp gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor. Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor. "Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, aile, güvende olma duygusu vs... En kötüsü alışkanlık. Alışkanlığin verdigi rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Oturup kalıyoruz. Kuş olup uçmak isterken Ağaç olup kök salıyoruz. "Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatimiz küfeler. Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım. Bari ufak kaçışları herkes yapabilse. Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa. Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün sabah 09.00, akşam 18.00. Sonra başka mecburiyetler. Sıkışıp kalıyoruz. Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı. Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığında Bir ömür yani. Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba. Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Zamam zaman kısa mesafelere kaçar yeni yerler görüp kendimi doğa ile baş başa bırakırım. Herşey istemekle başlar.
Ama olsun... İstemek de güzel...

6 Nisan 2008 Pazar

Beyoğlu...

Uzun zamandır gece Beyoğlun 'a çıkmamıştım özlemişim valla :) Hiçbir değişiklik yok nereden gelirler, hemde hepsi birden...Dolmuşları doldurup, tek biletle, otobüsle ta şehrin en uzak köşelerinden, tranvaylar, metro hattı, boğazın tüm vapurları, minibüsler, taksiler otobüsler sanki hep onlar için çalışır, arabalarını otoparklar dolar taşarda almaz... Bakar bakar da şaşar insan. Günün ve gecenin her saatinde , her anında bunca kalabalık ? Bu soru zihnimizde asılı kalır bir süre sonra hemen Beyoğlu'nun büyülü atmosferinde uçar gider önemini yitirir. Beyoğlu İstanbul'a olan inancın son ortak tutunma noktası, şehrin varoluşunun tek güçlü halkası. Ona bana göre İstanbul'da bir semt demek düpedüz çocukluk olur olsa olsa bir şehir başlı başına bir yanılsamalar ülkesi. Yılbaşı, yılsonu, bayram , doğum günü, sevgililerin buluşma yerleri, maç öncesi ve çıkışı , tüm dini - milli - siyasi davalar hesaplaşmalar Beyoğlu'na bahane. Sanki bekler seni çağırır ve içine alır. Türkü barlarında halay başı, teras kafelerinde dj ve alkol, müzik marketlerinde günde yüz kere arka arkaya çalan şarkı, korsan cd tezgahları sokak müzizyenlerin önüne atılan 1 ytl...

Yanılsamalar meydana adımınızı atar atmaz başlar. Sanki Beyoğlu herşeydir herşeyi yapabilirsiniz burada. Meyhaneden çıkıp caz cafelere,rock barlara, türkü barlara takılabilir pasajları ,sinemaları ,balık pazarını gezebilirsin. Kitapçılara uğrayıp kitap ve cd bakabilirsin. Sonra Markiz de iki kadeh şarabını içer evine yollanırsın :) Bir şenliktir Beyoğlu Dün, Bugün, Yarın ve daima...
Beyoğlu sen herşeyinle güzelsin...

5 Nisan 2008 Cumartesi

Mizah

***
Afacan çocuğun doğum günüdür ve annesinden bir kırmızı bisiklet ister. Annesi de ona bisikleti hak etmediğini ve hazreti İsa'ya günahlarını itiraf ettiği bir mektup yazmasını söyler. Çocuk odasına gider ve başlar yazmaya...'Mukaddes isa hazretleri, hep yalan söylediğim için affedin. Söz veriyorum bir daha olmayacak. Bugün benim doğum günüm ve sizden bir kırmızı bisiklet istiyorum'. Çocuk yazmayı bırakır ve sonra mektubu yırtar atar. Çünkü günahları o kadarcık değildir. ikinci mektubu yazmaya karar verir.'Mukaddes İsa hep yalan söylediğim ve annemi dinlemediğim için beni affedin. Bu bir daha olmayacak. Söz veriyorum. Bu gün benim doğum günüm. Sizden bir kırmızı bisiklet istiyorum.' Ve bu mektubu da yırtar, çünkü bunlarda işlediği bütün günahlar değildir. Ve başlar üçüncü mektuba. Yine olmaz ve afacan çocuk başka bir yol denemek için annesinden izin alır ve kiliseye gider. Bunu gören annesi çok sevinir ve yaramaz oğlunun akıllandığını sanar. Küçük çocuk kilisede küçük Meryem Ana heykelinin yanına gider ve sağa sola baktıktan sonra onu çantasına koyar ve eve götürür. Evde yine odasına çıkar ve İsa'ya son mektubunu yazar,'

Bana kırmızı bisikleti al. Anan elimde rehin.


2 Nisan 2008 Çarşamba

Yeni Bir İş Yeni Bir Hayat ...

Yani dün " bundan sonraki hayatının ilk günü " sözüne göre yeni iş hayatıma başladım.
Bir nevi 1 Nisan şakası gibi oldu :)
2 yıldan fazla bir zaman geçirdiğim eski iş yerime veda ettim. Hoşçakal eski iş yerim :) Bu benim üçüncü iş yerim inşallah benim ve yeni iş yerim için hayırlı olur. Ayrılmak kolay oldu ama geride bıraktığım arkadaşlarımla vedalaşmak biraz içimde hüzün bıraktı. Nede olsa iyisiyle kötüsüyle güzel günlerim geçti.Çok sevdiğim arkadaşımdan aldığım hediye masamda bu vedaya güzel bir anlam kattı çayımı ve kahvemi daha bir zevkle içiyorum :) Şimdi yeni umutlara kürek çekme zamanı. Biraz dinlenirim ve biraz da yeni şeyler denerim. İnsan pek çok şeye yeniden anlam buluyor...

28 Mart 2008 Cuma

Yorgunum !!!...

Bahar geldi en ufağından en büyüğüne, doğadaki tüm bitkiler sanki yarışırcasına tomurcuklanıp canlanırken, iş yerimizdeki şeftali ağacı gibi bütün ağaçlar birer birer güzelim çiçeklerini açarken benim üzerindeki bu berbat yorgunluk halsizlik miskinlik niye? Bu yorgunluğa üç gündür esen deli rüzgar lodosunda etkisi oldu ister istemez vücutta kırgınlık ve baş ağrısı oluyor. Ne çalışmak geliyor içimden nede hesap kitapla uğraşmak zaten oda yok :) Havaların ısınmasını, deniz kenarında olmak tembel tembel bankların üzerinde oturmak martıların süzülüşünü izlemek istiyorum…

22 Mart 2008 Cumartesi

Aşk Her Yerde & Deney

Love Actually (Aşk Her Yerde), herşeyden önce bir ünlüler geçidi olarak belleğimdeki yerini aldı. İngiltere'de ne kadar aktör, aktrist varsa bir araya getirip hadi bir aşk filmi yapalım demişler, Love Actually ortaya çıkmış.Hugh Grant'ten, Liam Neeson'a kadar pek çok yıldızdan oluşmaktadır.10 romantik komedi filminin bir araya geldiği tek bir film. Yılbaşından 2 ay önce Londra’da geçen hepsi birbirinden eğlenceli ve dokunaklı hikayeler. Şaka bir yana aşk filmin adı gibi heryerde. Çocukluk aşkı, yaşlılık aşkı, arkadaşımın aşkısın durumları, andropoz aşkları hatta İngiltere Başakanı'nın aşkı. Herbiri ayrı bir senaryo olabilecek küçük aşk öyküleri o kadar güzel sentezlenmiş ki.. Ve bunu yaparken, hiçbir öykü eğreti durmamış, hiçbir öykü başöykü olmamış. Hugh Grant'ın yan rolde kaldığı ilk romantik aşk komedisi. Adamımsın Hugh :)

Das Experiment (Deney) , şu ana kadar izlediğim en iyi psikolojik gerilim filmlerden birisi. Fight club tan sonra beni en etkileyen film bu oldu. Zimbardonun deneyini çok iyi anlatmışlar. Bu deney hakkında bir bilgisi olmayanları çok etkileyecek güzel bir film olmuş. İnsanın içindeki şiddet eğilimini çok iyi anlatan, gücü elinde bulunduran insanın nasıl değiştiğini gösteren oldukça iyi bir yapım. Ben bu Moritz Bleibtreu'a bayılıyorum ya diğer filmleride gayet başarılı (Koş Lola Koş, Temek Paeçacıklar, Solino, In Juli) bu filmde pek çok oyuncu hakkını vererek oynamış. Filmde en çok etkilendiğim sahne Tarık'ın Dora'nın gözyaşını öptüğü sahne :)

21 Mart 2008 Cuma







17 Mart 2008 Pazartesi

Kaçamak yaşıyoruz. Herşeyden bazen kendimizden bile kaçıyoruz. Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize. Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki... Hep içimize atıyoruz sevgileri, hüzünleri, mutlulukları. Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok " sadece o o'nun düşüncesi" diyemiyoruz. Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz. Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyoruz gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz. Görmüyoruz kör değiliz sadece bakıyoruz. Çevremizdekilere
sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz. Doğan güneşin sıcaklığını,rüzgarın getirdiği okşamayı,kuş seslerini ve hayatıhep kaçırıyoruz. Ruhumuzu bir yerlerde bıraktık bulamıyoruz...
Çok hızlı gidiyor zaman dinlenemiyoruz. Herkes ama herkes herşey üstümüze
üstümüze geliyor... Korkup kaçıyoruz sevemiyoruz sevilemiyoruz. Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkilerine dayalı. Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden. Peki ne veriyoruz? Arkadaşlığı bile beceremiyoruz. Bazen bir merhaba demek bile zor geliyor.
"O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim"
bile diyemiyoruz. Aslında kendimizle inatlaşıyoruz. Egomuz daima üstün geliyor sebebini bilmiyoruz. Hayatta herşey bize bağlı sen istersen dünya daha güzel.
Diğer olan biten herşey sadece araçtır...

16 Mart 2008 Pazar

Yaz gelsin

offff yaz gelse de gitsem Bodruma alsam biramı buz gibi güneşin altında uyuklasam bi kalksam yanaklarım şeftali rengi olmuş olsa :) sonra dönsem eve duşumu alıp odama çekilsem açsam müziğimi pencerelerimi de açsam rüzgar ılık ılık esse güneşin biranın duşun mahmurluğuyla uyuklasam gece olsa uyansam vakitsiz sonra alemlere aksam içsem sarhoş olsam eve gelsem balkonda uyusam sonra yine uyansam sabah ve çivi çiviyi söker diye yine plaja gitsem alsam buz gibi biramı uzansam güneşin kabağına... yanaklarım şeftali rengi olsa...

13 Mart 2008 Perşembe

Bilirmisin yüreği taşmak ne demek ? Aynı bedende çeşitli bedellerle yaşamak, bir koca hayatı sabah akşam demeden...
Zamanla gelen zamana soramamak nedir, bilirmisin ?
Bir salıncak misali...
Ne göktesindir ne yerde, Eğer yaşıyorsan sadece
Kendi gerçekliğinde !!!...

8 Mart 2008 Cumartesi

Boşluk...

Sessiz bir oda bomboş duvarlar
Gelişi güzel masaya saçılmış kağıtlar...
Kimisinde yarim cümleler, kimisinde sona yaklaşılmış ama tamamlanamayan vedalar var
Bazıları ise bomboş...
Tıbkı duvarlar gibi,
Duvardaki kırık çerçeve gibi...

4 Mart 2008 Salı

BÜGÜNLERDE...

BÜGÜNLERDE...
Kalitemiz ARTTI, keyfimiz AZALDI. Daha BÜYÜK evlerde ama daha KÜÇÜK ailelerle yasıyoruz. Konforumuz ARTTI ama zamanımız DARALDI. Diplomamız BOL ama sağduyumuz AZ. Uzmanlıklar ARTTI ama sorunlar ÇOĞALDI. İlaçlar ÇOĞALDI, hastalıklar ARTTI. Sorumsuzca para HARCIYORUZ ama az GÜLÜYORUZ. Trafikte çok HIZLIYIZ ama çabuk PARLIYORUZ. Aksam geç YATIYOR ama sabah yorgun KALKIYORUZ. Az kitap OKUYOR, çok televizyon SEYREDİYORUZ. Varlığımızı ARTTIRDIK ama değerlerimizi YİTİRDİK. Çok konuşuyor ama AZ gönül veriyor ve BOL yalan söylüyoruz. Para kazanmayı ÖGRENDİK ama yuva kurmayı BECEREMEDİK. Hayata yıllar EKLEDİK, yıllara hayat KATAMADIK. Aya kadar gidip dönmeyi BILIYORUZ ama komşumuza uğramak için karşıya GECMIYORUZ. Uzaya ULAŞTIK ama ruhun derinliklerine GİTMİYORUZ. Havayı TEMİZLEDİK ama ruhları KİRLETTİK. Atomu PARCALADIK, önyargılarımızı YIKAMADIK. Çok YAZIYOR ama az GELİŞİYORUZ. Daha çok plan YAPIYOR ama daha az sonuç ALIYORUZ. ACELE etmeyi öğrendik ama SABIRLI olmayı asla. Gelirimiz ARTTI, karakterimiz ZAYIFLADI. Tanıdıklar ÇOĞALDI ama dostlar EKSİLDİ. Çabalar ARTTI ama mutluluklar AZALDI. Bilgisayar ağları KURUYORUZ, bilgi otoyolları YARATIYORUZ ama kendi aramızda iletişimde ZORLANIYORUZ. 'Dünya barışı' der, SİLAHLANIRIZ! Daha mutlu olmak için, 'SOMURTARAK' çalışırız.
Bugünler...
Eve çift maaşın girdiği, ama çiftlerin boşandığı, Kısa seyahatlerin, Kağıt mendil gibi ilişkilerin, Yıka çık gönüllerin, Tek geceliklerin, Kilo dertlerinin ve her derde çare vitaminlerin, Vitrinlerin, Tribünlerin dolu ama gönüllerin
BOŞ OLDUĞU GÜNLER
**Alıntıdır**

19 Şubat 2008 Salı

Beklediğim Kar

Cumartesi sabahı başlayan kar yağışıyla birlikte içimde bir şeyler kıpırdanmaya başladı... Ne de olsa uzun zaman oldu İstanbul' da kar görmeyeli, kara dokunmayalı... Yere düşen her kar tanesiyle birlikte çocukluğumun bir parçası geldi gözlerimin önüne. Kayseri' de yaşadığım çocukluk yıllarıma dönüverdim birden.. Dizimize kadar kar, okul tatil ve biz sokakta mahalle arkadaşlarıyla kızak kayma yarışında , kartopu savaşında, kardan adam yapma telaşında ne güzel günlermiş diye geçirdim aklımdan.Penceremin camından yağan karı çok uzun bir süre izledim..
Bu şehir çocukluğumun şehrine uzaktan yakından benzemiyor ama yine de bu şehir de bir başka güzel oldu kar yağınca. İçimdeki çocuk herşeyi bırakıp sokağa çıkıp karlarda yuvarlanmak istiyor, kartopu oynamak , karda ayak izi bırakmak, kızak kaymak, kardan adam yapmak istiyor...
Daha vazla kendimi tutamayıp kar altında yürüyüş yaptım, arkadaşımın çocuklarıyla kartopu oynadık sokak arasında kızak kaydık :) ve de iş yerimizin bahçesine bir kardan adam yaptık.

Yağan kar bana göre kısa zamanda azda olsa güzeldi...

14 Şubat 2008 Perşembe

Tüm sevenler
Sevilenler
Hissedebilen
Anlayabilen
Yaşamayı Becerebilen
ve
Sevgiyi Hakedipde Bulamayan
Herkesin
Sevgililer Günü
Kutlu Olsun

12 Şubat 2008 Salı

Ambulansa Yol verin Lütfen !!!...


Yer TEM otoyolu Ankara-Kadıköy İstikameti. Yolda kaza var Ambulans neredeyse avazı çıktığı kadar bağırıyor.Ama bizim insanımız maalesef oralı bile değil her zaman olduğu gibi emniyet şeridini yine ihlal etmişler. Sadece ne yapacağını tam olarak bilemeyen bir kaç sürücü çıkıyor. Kimi yanındaki araca yol vermek içim iyice yaklaşıyor diğerleri normal ilerlemelerine devam ediyorlar.
Ambulans sireni duyunca ne yapmak lazım ?
Soru çok basit görünüyor değil mi?
Ancak; kaçımız doğrusunu biliyor ve uyguluyoruz? Acaba kaçımız ambulansın içerisinde saniyelerle yarışan bir doktorun çabasına destek olup, bir “can” kurtarılmasına katkıda bulunabiliyoruz?
Ambulans siren sesine pek de duyarlı bir millet değiliz biz.
Ya, bir gün o ambulansın içinde kendisinin veya “canım” dediklerinin olacağını düşünmüyor insanlar, ya da düşünse de ne yapacağını bilmiyor.
Toplumsal duyarsızlık bu kadar mı arttı?
Lütfen biraz dikkat ve biraz saygı...

9 Şubat 2008 Cumartesi

İçim sıkılıyooo....

Hani bazen olurya nedenini bilmediğin bir can sıkıntısı belkide bilmek istemediğin.Hani gözlerin dolarya sebepsiz yere . Çırpınırsınya ağa takılmış balık gibi, sıkılırsınya yaşamdan, kaçmak istersin herşeyden ve kendinden, fırtınalı denizlerde yorulmuş bir kaptan gibi sakin bir limanın haretini duyarsın içinde biryerlerde, nerde olduğunu bilmediğin, bilsende gidemediğin o limanın hasreti kavurur yüreğini.Çaresizliği hissedersin bütün zerrelerinde ve hissettikçe geçmek istersin delilik çizgisinin öbür tarafına , geçip hiçliğin tadına varmak istersin ama başaramazsın aklından ve varlığından kurtulmayı bir türlü.
İşte öyleyim şimdi...

8 Şubat 2008 Cuma

Mimlenmişim !!!..

Mimlenmişim bende diyorum ki ;
Hayatımda olmasını istediğim ; Küçük bir sahil kasabasında evimin penceresinden baktığımda karşı komşumun evini değil, çiçeklerle dolu bahçesini, güneşin doğuşuyla ışıldayan masmavi denizi gören, sabahları martıların ve denizin sesiyle uyanabileceğim, kendi bahçemi işleyebileceğim küçük sıcak bir ev istiyorum :)
Hayatımda olamayacağına inandığım ; İnsanların dünyayla ve kendisiyle barışacağı yok bu yüzden insanla insanı, insanla dünyanın büyük barışına özlem duyanların bir bir birlerine kalp ağrılarını fısıldamak isteyenlerin yaşadığı savaşsız bir dünya.
Tekrar dünyaya gelsem; Eski krallıklara ve medeniyetlere ait sarayları, mezarları ve tapınakları ortaya çıkarmak, sıradan insanlardan soylulara değin bütün insanların nasıl yaşadıklarını öğrenebilmek, Meksika ve Mısırdaki pramitleri, Atinadaki Akropol gibi ilginç yapıları inceleyebilmek için Arkeolog olmak isterdim :)

7 Şubat 2008 Perşembe

Kara Kalem



26 Ocak 2008 Cumartesi


Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmayabaşlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatyagörmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. içinden “Ne muhteşem bir çiçek” diye geçirmiş.Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.“Merhaba” demiş papatyaya, “sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim.”. Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve“Merhaba” demiş, “ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten.”Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yanaama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve; “Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek” demiş.Papatya buna bir anlam verememiş. “Neden” demiş. “Yoksa benim yanımda mutsuz musun?”. “Hayır” demiş kelebek. “Bilakis sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim.”Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya “Sevi seviyorum” diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece “Bende…”diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.İçinden “Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim.” diye geçirmiş.Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış.Her düşen yaprakta papatya, “seviyormuş” diye geçirmiş içinden.
Galiba bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş :)
“ Seviyor mu, sevmiyor mu ? ” ...

21 Ocak 2008 Pazartesi

Cam Ocağı...


Bu hafta sonu Boncuk ustamız Ahmet Özdeniz' in misafiri olarak Beykoz Riva Öğümce köyünde bulunan cam ocağındaydık.Cam ocağını ziyaret ederek sıcak cam atölyesinde üretimi izleyip farklı cam tekniklerini yakından tanıma imkanımız oldu.

Camın usta ellerde nasıl şekillendiğine tanıklık ettik.Bunun yanında bahçesini gezip doğa ve yeşile hayran kalmamak imkansız.

Gitmişken usta ellerden çıkmış ürünlerden alma imkanınızda mümkün. Ahmet beyle konuşmamızda cam ocağı’nda kurs alan farklı yaş ve meslekteki katılımcıların kimileri mesleki gelişim amacıyla, kimileri keyifle uygulayabilecekleri bir hobi edinmek için, kimileri de kendilerine

farklı bir iş alanı yaratabilmek için kursa katılıyorlarmış. Yurt dışından gelen katılımcıları da var.


Bizler ne kadar az tanısakda dünyaca tanınan bir merkez. Hafta sonunda yolunuz Beykoz Riva 'ya düşerse uğramadan geçmeyin derim.Dönüşde de yol kenarındaki kendin pişir kendin ye piknik alanlarının birinde keyif yapabilirsiniz…

18 Ocak 2008 Cuma

Bereketin Tatlısı Aşure…


Bizim kültürümüzde, geleneğimizde ve inancımızda öyle günler ve hadiseler vardır ki , birlik ve beraberlik ve dayanışma duyguları doruğa ulaşır.O günlerden biriside inancımızda önemli bir yeri olan içinde bulunduğumuz Muharrem ayının 10. günü (19 Ocak Cumartesi) "Aşure günüdür.
Çocukluğumdan beri Aşure günlerini iple çekerim. İnsanların evlerinde aşureler pişirip güler yüzle komşularına pişirilen Aşure' den dağıtmaları beni daima mutlu etmiştir.Çocukluğumda o gün günün tamamını aşure yemeyle geçirirdik.Her hane ayrı bir aşure sofrası kurardı bizlere kimileri tatlı kimileri sütlü yapardı.
Aşure, maharetli ellerden çıkmışsa en güzel tatlıdır. Bugün de aşure orucu tutmak ve dağıtmak yaşatılan bir gelenek olarak görmekteyiz.
Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir.
Şimdiden pişirdiğiniz Aşureleri Allah kabul etsin bereketi bol olsun.

17 Ocak 2008 Perşembe


Zaman geçtikce, kişilerin yaşam tarzı değiştikçe, yeni arkadaşlıklar edinildikçe işten bile değildir unutulmak... Acısı unutan kişiye verilen değerle düz orantılıdır. Hatırlatılınca bile acısı geçmez, zira kişi umursamazlığını altın harflerle kişisel tarihine kazımıştır. Dosyasını açarsınız ve "eskiden o güzel günlerde hiç unutmamıştı bugün unuttu" yu eklersiniz. "o beni unutursa ben de onu unuturum, ha işte unuttum" da gayet anlamsız.İnsanlık hali diye pozitif düşüncelere sarılsanızda nereye kadar ötesi yok unutulmanın.
Unutan kişinin unutulan kişiye verdiği değere göre unutulmak eyleminin gerçekleşme olasılığı yükselir. Dolayısıyla unutululan kişi iseniz, kendinizi göstermenin, hatırlatmanın hiçbir olumlu etkisi olmayacağı gibi, boşuna çırpınmanıza da gerek yoktur.
İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler.
Ama insanlar onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar…
Yalnız unutmak isteyenler unutur…
UNUTULMAMAK DİLEĞİYLE.

12 Ocak 2008 Cumartesi


Drama türü olan tam dört ay, üç hafta ve iki gün önce hamile olan bir kızın, Romanya'da komünizmin sonlarına doğru yaşadığı sıkıntıyı gözler önüne seren ve Canneste Altın Palmiye ye ulaşan film, karakterlerin yaşadığı çaresizliği içinizde hissetirmeyi başarıyor..
Filmin başında, daha ilk karede gördüğümüz bir iki balıklı akvaryum komünizmi cesurca resmediyor ve iki genç kızın durumunu niteliyor.
Aslında o anda anlıyoruz ki filmin gerçek amacını, bir insanın yaşadıkları üzerinden Romanya'daki komünizmi, Çavuşesku’nun iktidarda olduğu son yılları anlatmak.

11 Ocak 2008 Cuma

Arkadaşlarıma...


Hayat dediğimiz ölümü beklediğimiz bekleme salonu mu ki? Dar zamanlara sıkıştırılmış yüreklerle sınırlı zamanlar konmuş önümüze... yaşa denmiş, başarabildiğin kadar yaşa... yürek büyük gelmiş, zaman kısa, hayat... birkaç beden küçük.

İşte bu yüzden ki; seçerek yaşamışız, yaşadım! diye haykırabileceğimiz zamanlarımız azalmış... hissettiklerimizi almışız yanımıza, gerisini koyvermişiz. ve demişiz ki; yaşadığımız kadarız...

İşte hepsi bu. varlık ve evren sizlerle bir bütün.. benim geniş dağınık dünyam varlığınızla biraz daha güzel... kimilerinin umudu da sizlerin varlığınla besleniyor..

Çekip gitmek kolay!!!... Olduğunuz ve olacağınız her an en güzel şey kendinizsiniz..

İyi ki Varsınız...

5 Ocak 2008 Cumartesi


Karşımıza erken çıkmış insanları, arkadaşlıklarımızı, dostluklarımızı zaman içinde yolun dışına sürerken birgün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyormuyuz ?...
Hayat her zaman cömert davranmaz bizlere. Tersine çoğu kez zalimdir.
Her zaman aynı fırsatları sunmaz bizlere...Toyluk zamanlarını ödetir, hoyratça kullandığımız değerini bilmediğimiz arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız kıymetini bilmediğimiz dostlukların, savurganca harcadığımız saygı göstermediğimiz aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız birgün...

Bir akşam üstü kimsecikler yanımızda olmaz. Ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir...