31 Aralık 2007 Pazartesi


2007 yılı benim için pek iyi geçmedi desem yalan olmaz hep hayal kırıklığıyla geçti umarım 2008 yılı hepimiz için güzel geçer bu vesileyle
Yeni yılda herkese
Mutluluklar, kahkahalar, yeni heyecanlar, bebekler, eğlenceler ve güzel sürprizler olsun..
Görüşmek için karşılaşmalar, Karşılaşmalar için telefonlaşmalar olsun…
Sonrasında hoş buluşmalar olsun, kavuşmalar olsun, dostum arkadaşım diyebileceğimiz kişiler olsun …
Sağlık, mutluluk, başarı, barış, huzur, bolluk, bereket, keyif, güzel tatlar ve gezmeler olsun…
Biz olsun, ben olmasın… ve hayatınızda sevgi hep olsun…

Daha ne olsuuuuun :)
Tabi ki gönlünüzün istediği her güzel şey olsun …
Tüm sevdikleriniz ve sevenlerinizle birlikte yaşayacağınız mutlu bir gelecek dileğiyle…
Sevgiler…

18 Aralık 2007 Salı

İYİ BAYRAMLAR...



Çok eskidendi belki el öpmeler, kenarı dantelli mendiller içinde şekerler, avuca zor sığan kocaman 2,5 liralık bayram harçlıkları...
Postacının getirdiği, uzaktaki dostların bayram tebrik kartları...
Aniden yok oldular, yittiler eskilerde bir yerlerde...
Yıllarca sadece seyahate gidenler tesadüf ettilerse, kutladılar birbirlerinin bayramlarını. Artık bayramlar sadece birer "firsat" oldu, yorgun bedenlerin dinlenmesi için...
Ve birgün sanal alemle tanıştık ve yeniden hatırladık bayramlaşmanın keyfini...
Kenarı dantelli mendiller, parlak kağıda sarılı şekerler, madeni 2,5 liralik bayram harçlıklari yoktu belki ama bir küçük haber vardı dostlardan; uzun süredir karşılaşmadığın, halâ aynı adreste olup olmadığını bilmediğin,bazen parlak jelatinli şekerdi, bazen avucuna konan bozukluktu bayram ama her zaman sevginin sıcaklığıydı.Sanal da olsa hatırlandığını, unutulmadığını öğrendiğin...
ve eski, tek yaprak bayram kartlarında yazıldığı gibi ;

"BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN"

15 Aralık 2007 Cumartesi


Benim çocukluğumda yazlık sinemalar vardı.Bir ayağı topallayan tahta sandalyelerin üzerinde salya sümük türk filmlerini izleyip,ardımızda çiğdem kabuklarından dağlar bırakıp güle oynaya evimize dönerdik tüm mahalle.Herkes, herkesin kapısını teklifsizce çalardı.''Misafir bastırdı Ayşe teyze, varsa annem bir fincan kahve istiyor'' ya da '' bir maniniz yoksa akşam size geleceğiz '' cümleleri havada uçuşurdu. Camımızdan ishakkuşu, kapımızdan sütçü, yoğutçu,seyyar manavlar çerez satanlar eksik olmazdı. Hep iki beden büyük giysiler taşırdık üzerimizde.. Neymiş ? Çocuk kısmı çabuk büyürmüş, seneye de giyermişiz :-) Sokaklarda neşe içinde büyüyen son nesildik biz. Yakan toplar,çanak çömlek, çelik, lastikler, seksekler, çamurdan arabalarla oynardık.Hergün bir yerimiz yara bere içinde kalırdı. Çığlıklarımız sevinç nidalarıydı, rüzgar gönlümüzden geçen şarkıları taşırdı dörtbiryana.. Kız arakadaşlarımızın mücevhe rleriydi papatyalardan, gelinciklerden örülmüş kolyeler ,bilezik ve taçlar.. Dalından koparılmış vişnelerle süslerdik çamurdan yapılmış pastalarımızı. Evcilik oynardık, bir bardak limonatada kahkahanın binini atardık... Kışın bir sobamız olurdu.Üzerinde kestane közlenen, içinde nohut mısır patlatılırdı üzerinde portakal, mandalina kabuklarının kızardığı, etrafa mis kokular saçan.Sobanın arkasında kedimiz, kedinin önünde yün yumağı.Bir hayat bilgisi fotoğrafı gibiydik. Benim çocukluğumda paralar bozuk, yollar bozuk, musluklar bozuktu. Ama insanlar sağlamdı.

Çocukluğumu özledim.....

25 Kasım 2007 Pazar

Körü körüne yaşamak...
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam" demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden. Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini... Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim" diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da siyaha. Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

24 Kasım 2007 Cumartesi

Kendini kontrol etmek yaşam ustalığının DNA sıdır. Çoğu insan özgürdür. İstedikleri yere gidebilir ve canları ne isterse onu yapabilir. Ama çok fazla insan aynı zamanda kendi içgüdülerinin kölesidir. Öncü olmak yerine tepkisel davranırlar. Kayalık bir kıyıya çarpan denizdeki köpükler gibidirler;
akıntılar onları nereye götürürse oraya giderler. eğe sen bu akıntıya kapılıp gitmemeyi başarabildiysen...

19 Kasım 2007 Pazartesi

Büyümek dedikleri aslında hep üsümektir.
Yaralısın... yaralıyım çünkü yaşıyor olmak bazı kalpleri yaralar.bu hayatı böyle çırılçıplak görmek, hiç korunmadan ona öylece ve yıllarca maruz kalmak yaralar bazı ınsanları...
Yara açıktır ve hep içerlere işler.hayatı senin gibi göremeyenlere anlatsan dinlemezler, dinleseler inanmazlar: biz öyle görmüyoruz, senin ruhun hasta, derler.kendin gibi birini bulana kadar hastasındır...
Sevgili CEZMİ ERSÖZÜN kitabından bir alıntıdır.
Ruhuna aşık olduğum bir yazar aşığım cünkü çoğu cümleleri benim kurmak istediklerim heh iste bravo doğru kelime bu dediklerim yarım kalan cümlelerimi tamamlayanlar var.aşk üstüne konuşmamak lazım derim ben hep çünkü canımı acıtır her konuşulan ya birileri beni anlamaz ya dinlermiş gibi yaparlar en önemlisi yakınlarında bir yerdedir göremez seni göremezsin aşkı..gururumla aşkımı beslerim ben..bu yüzden yaralıyım..ve ben hep derim ki yaralanabilirsin ama kabuğu kaldırmadığın sürece yaran iyilesebilir ama kabuğu çıkarmaya çalıştıkca canın acır ve yaran hep aynı kalır o kabuğu her kaldırdığındaysa farkında olmadan iz bırakırsın kendinde..

24 Ekim 2007 Çarşamba

Yağmur...


Yağmur, ne zaman ve nasıl yağarsa yağsın, her zaman zevkle seyreder ve ruhu dinlendiren sesini dinlerim. Ve her yağmur, yağdığında, bende değişik duygular uyandırır. Ama çoğu zaman gözyaşlarını çağrıştırır.
Tabiat ananın gözyaşlarını…
Bazen güzel bir yaz günü güneş gökte pırıl pırıl parlarken, birden simsiyah bir bulut önünden hızla geçer ve iri damlalar halinde toprak ananın sinesine iner. Birkaç dakika sonra sanki hiç yaşanmamış gibi güneş yine içimizi ısıtmaya devam eder. Tek değişiklik toprak ananın o birkaç damla ile bile olsa etrafa yaydığı canlılık ve huzurdur.
Tıpkı annemizin ateşteki yemeğinden ortaya yayılan kokudan, radyodan kulağına çalınan bir müzik parçasından yada çayını yudumlarken elinde tuttuğu fincandan, onların hatırlattıklarından etkilenip, kaybettiklerini yada hasretlerini hatırlayıp, gözyaşlarına hakim olamaması gibi.
Bir de istanbul da pek yaşayamadığım zamansız yağan ama günlerce bize güneşin yüzünü göstermeden, üzerimizde grinin tüm tonları ile dolaşıp, bir gece yarısı ortalığı gündüze çeviren şimşekler ve yerleri sarsan gök gürlemeleri ile gelen, yağdıkça yağan, yağdıkça hızını alamayan ve günlerce devam eden, sellere dönüşüp karşısına ne çıkarsa önüne katıp götüren yağmurlar…
Onlar da diner, ama toprak ana haraptır. Üzerinde ne varsa sellere kapılıp gitmiştir kucağından….
Ama o anadır… Zamanla onarır kendini …Eskisinden daha verimli ve canlıdır artık.
Sanki aldanmışlığının farkına varan kadın gibi…..
Evet aldatmanın en acısı olan, insanın kendi kendini aldatması.
Ne kızacak biri vardır karşında, ne de küsecek. Çünkü tek sorumlu insanın sadece kendisidir.Bir tavır, bir hareket, yada bir söz aklını başına getirdiğinde, geçen zaman içinde tüm yaşadıkları bir film şeridi gibi geçer ve ruhunda açılan yara kanar, ağlar…
Yağan tüm yağmurların mutlulukları anımsatması dileği ile…

22 Ekim 2007 Pazartesi

Nereye Gidiyoruz...

Tarih boyunca yıkılıp yok olan medeniyetler devletler neden yıkıldı ? Tarih sahnesinden neden silindi? Tarihçiler gerçek boyutları ile çıkıp anlatmalı. Bugünlerde buna çok ihtiyacımız var.. Veya ayakta kalan medeniyetler neden ayakta kaldılar.. Nasıl başardılar..
Bir ülkenin yönetiminde söz sahibi olanlar, iktidarda olanlar veya iktidara talip olanlar kütüphanelerin tozlu raflarında bulunan tarihin sayfalarına bakmak ve okumak zorundadır. Bu tarihi belgeleri, gerçekleri okumayanlar, ders çıkartmayanlar bir ülkenin yönetimine iktidarına talip olmazlar..
Bu gibi birikimsiz kadrolar iktidara geldikleri zaman o ülkelerin yavaş yavaş tükeniş sürecine girdikleri görülür ve öylede olmuştur.
Bir ülke öz kaynaklarına dayalı çevreyle uyumlu bir üretim politikası geliştirip uygulamazsa
-Bağımsızlığı olmaz, özgürlüğü olmaz
-Eğitim, kültür, sağlık, hukuk, güvenlik vb. politikası olmaz. geliştiremez.
Üretmeyen bir ülkede; önce işsizlik başlar, açlık sefalet boy verir.Ardında hırsızlık, fuhuş, aile parçalanması hızla gelişir.
-Bu durumlar hat sahfaya ulaşınca ayrılıkçı temellere dayalı anarşi, terör hortlar.Bu umutsuzluk içinde sürüklenen toplum bireyleri kadercilik akımlarına yönelerek, dinle alakası olmayan tarikatlara yönelir.Ve bu odakları besler.Gittikçe bu durumlardan beslenen güç odakları güçlenerek organize güçlere örgütlere dönüşür. Kara para, gelir dağılımındaki eşitsizliklede beslenen güç odakları dolaylı veya dolaysız yollardan iktidara kadar taşınır ve söz sahibi olur.
Ne yazık ki, Ülkemizdeki görünüm ve ülkemizin sürüklendiği yol yukarıda sıralanan gelişmelere paralel bir benzerlik taşımaktadır.
Yaşadığımız sürece baktığımızda;
-öz kaynaklarımıza dayalı bir üretim politikamız yok
-Kırılgan bir ekonomimiz var
-Borca dayalı, borçla beslenen bir ekonomimiz hüküm sürmekte
Yaşadığımız çağ böyle iken, neden yeteneksiz insanlar ülkemizde, toplumda bir tuzak oluşturmaktadırlar ? Daha iyiyi, daha güzeli yapabilecek birikimli insanlar kadrolar, bilim adamlarımız, mühendislerimiz ve diğer kadrolarımız nerededir..?
Siyasi partiler neden bu insanlara kucak açmaz.? Bu insanlar neden hep dışarda kalır.? veya dışlanır.?
Ama bir yerler var ki halkın en çok güvendiği ve doğru bilgi alacağına inandığı bildiği, bilim yuvaları yani üniversitelerimiz, anayasal kuruluş olan meslek kuruluşları, toplum adına hareket ediyorum diyen sivil toplum kuruluşları, bu sürecinin içindeyse yıkım o zaman başlar..
Maalesef ülkemiz bu sürecin içine hızla sürüklenmektedir..

Ey tarihçiler ortaya çıkın toplumu ve bizi aydınlatın..?

21 Ekim 2007 Pazar

Referandum hakkında detaylı bilgi yok neye oy vereceğini kimse bilmiyor bu nedenle kimse muhtarlıklardan oy pusulasını alamadı
Yinede herkes bir vatandaşlık görevi olarak sandık başına giderek 'hayır 'oyu kullanmalıdır.
Yapılacak referanduma ilgisiz kalırsak sandıktan çıkacak sonuca razı olmaktan başka yapacak bir şeyimiz olamaz.
Herkes sandık başına giderek en demokratik hakkını kullanmalıdır.
'onlar' bu referandumu türk halkı cumhurbaskanını secsin demokratik bir cözüm olsun diye göstermelik olarak ortaya attılar ve her ne kadar göstermelik gözlerini boyama amaçlı bir referandum olsada biz gerçeği biliyoruz.
Biliyoruzki,
koyun gibi güdülmektense bir kez olsun bize sormadan hatta neye nasıl oy kullanıcagımız hakkında dahi detaylı bilgi vermeden aslında bizleri uyandırmamaya çalışarak sandık basına dahi göndermekten korkan hükümete inat herkes duyarlı bir vatandas olarak gidip oylarını kullansın ve bizi adam yerine koymayanlara cevabımızı oylarımızla verelim.

2 Ekim 2007 Salı

Yaşadığındır senin
Avucuna damlayan o tuzlu yaş…
Onarılmaz hatalara,
Ve bağışlanmaz günahlara
Taşıdığındır senin, o sersem baş…
Şimdi bir iklimdir pişmanlık
Sapsarı, kupkuru, bet beniz;
Döker yaprağını yavaş yavaş…
Bıraktığındır senin
Bir sevdayı ardında
Öyle kırık dökük, öyle
Savruk, salaş…
Haydi oynaş
Bir bedenden ötekine
Ara tenimi, ten yorgunu
çarşaflarda…
İstersen ayyaş
Bir küfür gibi devril sokağına…
İstersen aş
Bir namlu gibi çevril şakağına…
Çünkü çiçeğe küskün bu dal
Kırdığındır senin, orta yerinden
Ve işte budur vebal…
Ve dalı kırık, darmadağınık bir aşk
Özetindir senin,
İster git, ister kal…
İşte sana taş
Suretindir senin, içinde taşıyarak…
Ve içinden taşarak
Gözpınarlarına saldıran o nafile yaş
Hak ettiğindir senin…
N e öfkelere savrul, ne de şaş
Bunu sen istedin arkadaş…
Yusuf HAYALOĞLU

20 Eylül 2007 Perşembe

Istanbul'u Sevmek Veya Sevmemek...

Bulutlu bir akşam !
Hava patlasam mı patlamasam mı ikileminde halis muhlis İstanbul insanı misali...
Biliyorum bu şehirde şu an trafik var, biliyorum bu şehirde şu an keşmekeş var, biliyorum bu şehirde şu an bitmeyen yol çalışmaları var, kapkaç var, stres var...
Koltuğumda oturmuş bakıyorum boğaz köprüsü karşımda; köprü tıkalı karışık mimarilerle inşa edilmiş evlerle bir tarih gizli bu şehirde!.. Her kesimden milyonlarca hayatın yaşadığı sırlar var bu şehirde!..
Aslında hüzünlü bir şehir bence.
İlk yazdıklarımdan dolayı çok kez dedim kendime "nefret ediyorum bu şehirden,kaçıp gitmeli tez vakitte".
Fikrimi değiştiren ve beni kaçmaktan alıkoyan nedendir A.Hisarı, Kanlıca, Kandilli sahillerinde içilen çay eşliğinde gözlerimin görünce bazen dolduğu manzara "Koca İstanbul" tüm şaşası tüm endamıyla ayaklarımın altında..
Geçenlerde vakit bulup da gittiğim, can dostumla sohbetimizin arka fonu Fransız sokağı; ayrılık acılarının ardından yapılan rakı balık mangal fasılları; PierLoti'de çay-simit eşliğinde gecen zamanların akılda kalan yorumları; anılar , anılar, anılar..
Hayat burada, eğlence burada, yaşam kavgası burada, yaşamda en değerli olan ama şu an hayatta olmayan ölülerimin toprağı bile burada..
İki saat içinde 4 mevsimi yaşama ihtimali, tesadüfler, riskler.. Dışarı çıkıp Sokağa adım attığınızda neler olacak kimbilir neler?
Sevmek için nedenlerim sevmemek için olanlardan az belki de ama hangisinin etkisi daha fazla, işte o noktada cevabım hazır ;
Hergün uyanıp bakıyorum uyandığım yaşadığım bu şehrin sabahına!.. Birçok sabah başka şehirlerin sabahında uyandım yoğun iş temposu ardından.. Ama benim olduğunu hissettiğim, evim oldugunu hissettiğim, ait olma duygusunu hissettiğim huzursuzluğu ile ünlü ama tek huzurlu olduğum şehir...

Sevmek de emek istiyor bu şehirde sevmemek de..

Şimdi müsadenizle bugün özlemini çektiğim çayımı yudumlayayım...

12 Eylül 2007 Çarşamba

Ramazan Müjdesi


Ramazan ayı hepimize hayırlı, uğurlu ve bereketli olsun...
Ramazan ayı, hayır ve bereket ayıdır. Senenin bütün aylarının en hayırlısı olan bu mübarek ayda yapılan iyiliklerin karşılığı kat kat fazlasıyla verilir. Bu ay her yıl büyük bereket ve hayırlarla gelir. Allah’ın kullarına hediye ettiği önemli bir aydır. Faziletiyle ilgili yazılmış ve söylenmiş çok söz vardır. Ama ne olursa olsun asıl olan yaşanmasıdır.
Ramazan ayı, Kur’an ve ibadet ayı olduğundan, gündüzleri oruçlu insanların, gecelerini de boş geçirmeden, gündüz ki orucun sevabını da yok edici davranışlarda bulunmaması gerekir. Onun için de insan, ramazan ayında her yönüyle kendini hesaba çekmeli, yaptığı güzelliklere devam etmeli, yapmaması gerekip de yaptığı yanlışlardan da vazgeçmelidir. Deyim yerindeyse yeniden doğmak için ramazan ayini, insanlar fırsat bilmelidir.

Çünkü dünyada hareket halindeki her şeyin zaman zaman tazelenmeye, silkinmeye, arınmaya ve adeta hayata yeniden başlıyormuş gibi dinçleşmeye ihtiyacı vardır. Çünkü akıp giden zaman monotonlaşmaya, durgunlaşmaya sebep olur. Bu yüzden ara sıra akıp giden zamanın farkına varmayı ve silkinmeyi sağlayacak özel uygulamaların ve dönemlerin olması gerekir.

Ramazan ayı yıllık silkinmeyi, bir yıl içinde tutan paslardan arınmayı, gevşeyen vidaları sıkmayı ve böylece sahip olduğumuz inanç doğrultusunda bir diriliş gerçekleştirmeyi sağlar.

Tüm İslam alemine hayırlı ramazanlar dilerim…

11 Eylül 2007 Salı

Kamyon Yazıları :)


Horoz Nakliyat bu yil 65. kurulus yildonumunu kutluyor. Bu cercevede firma, "Kamyon Arkasi Yazilari" yarismasi duzenledi.

Juri toplanarak Horoz Nakliyat ve Lojistik meslegi temsilcilerinin de katilimiyla yeni nesil kamyon arkasi yazilarini kazanani belirledi. Sonuclar bilahare aciklanacak. Yarismaya katilan bazi kamyon yazilarini sizlerle paylasmak istiyorum.

Iste benim top 3'um

* 1* Kamyon ceker 10-20 ton, gonlum ceker Paris Hilton !!!
* 2* Kamyon arkasi yazimiz, kamyon onune tasinmistir. Gormek icin sollayiniz.
* 3* Kusura bakmayin arkadaslar, size arkami dondum...

Ve digerleri ....
Bizden gelin arabasi olmaz!
Viran olan gonlume fullforce koysan ne cikar.
Hayatimi yazsam duble yol olur.
Bu sol seridi ne doktorlar, avukatlar istedi de vermedim!
Ben baktigimda sol bostu, seytan doldurmus abi!
Yenge su yetistir, Ali abim bijon yuttu.
Iyi mazot, selulit yapmaz.
Her dilde korna calarim.
Hatali sollama, kisisel ayarlarimla oynama!
Kuresel isinmaya karsi, su tankerlerine gecis ustunlugu verilsin:)
BEN DE BİR TANE İLAVE İDİYORUM

**Hatalıysam Lütfen Aramız da Kalsın** :)

Yaşadıklarımı Anladım...


Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, kendi yolumu çizdiğimde anladım. Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil. Bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım.Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış. Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım…Sevmek ile sevilmenin yolu önce kendini sevmekten geçermiş. Neden kendine aşık olduğunu anladım… Acı, doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden.Neden hiç ağlamadığını anladım… Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş. Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım…Ve sevilenle ağlayamıyor, kaçıyorsan ondan, çaresizliktenmiş.Senin acın için odamda tek başıma hıçkırıklarla ağladığımda anladım.Bir insanı herhangi biri kırabilir ama bir tek çok sevdiği acıtabilirmiş.Çok acıttığında anladım…Fakat, hak edermiş sevilen onun için dökülen her bir damla gözyaşını. Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım.Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet.Yüreğini elime koyduğunda anladım…Tek başına ayakta durabilecek kadar güçlüysen, yanında tutanlar varmış. Neden hiç yalnız kalmadığını anladım…Ve Sana ihtiyacım var, gel diyebilmekmiş güçlü olmak. Sana git dediğimde anladım…Biri sana git dediğinde, kalmak istiyorum diyebilmekmiş sevmek.Git dediklerinde gittiğimde anladım…Dostun seni bir kez terk edermiş, bin kez değil.Aslında hep yanımda olduğunu anladım…Ve bir kez terk etti mi seni, affetmek çok zormuş,Ben de affedemediğin şeyin ne olduğunu anladım.Sana sevgim şımarık bir çocukmuş her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan.Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım…Özür dilemek değil, affet beni diye haykırmak istemekmiş, pişman olmak.Gerçekten pişman olduğumda anladım…Affedemem, çok geç demek gururdan başka bir şey değilmiş hâlâ sevgi varsa içinde eğer…Tutsak kalbimin kapılarını kırıp, içine baktığımda anladım.Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş, sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış.Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım…Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi. Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım. Sevgi emekmiş, emek ise vazgeçmeyecek kadar ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş.
Onu Anladım..

8 Eylül 2007 Cumartesi

Herşey sende gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın. Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın. Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin. Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma, yaşadığın kadar yakınsın sonuna.
Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun. Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin...
Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin .

Kaybolan Dostluklar...

Dostlugu klavyelerinde, yasami monitorlerinde arayanlar,
Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sicacik bir gülüşten ya da hangi proğram verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?

Copy-paste yapabilir misiniz dalgalarin sahille buluşmasını?... İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilirmisiniz maille arkadaslarınıza?

Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?...

Ya da Geri dönüsüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?

Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki tomurcuk gülün açtığını ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında ?...

Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam standartınızda?..

Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

6 Eylül 2007 Perşembe

Ölçü ne olmalı ...


Dürüstlüğün, doğruluğun ölçüsü ne olmalı? düşündünüz mü hiç? ben düşündüm.Karşındaki insana ne kadar güvenebilirsiniz.? Bu kişiyi gerçekten dostum, arkadaşım olarak nitelediyseniz..
Kaç defa sözüne güvenebilir , inanırsınız ona. Bu o arkadaşınızı ne kadar çok sevdiğinizle doğru orantılımıdır? Size yalan söylediği zaman tavrınız ne olur... Hemen yalan söylediğini ispat mı edersiniz, yoksa bir süre buna izin mi verirsiniz. Ne dereceye kadar yalan söyleyecek diye merak mı edersiniz? Onun ne dereceye kadar alçalabileceğini üzüntüyle seyredermisiniz?
O sizi aptal yerine koyduğunu zannettiği bir anda, onun ne kadar alçalabildiğini seyremi dalarsınız?
Ben ikinci yolu tercih ettim.Ve bir arkadaşımın ne kadar alçalabileceğine üzüntüyle şahit oldum. Sadece hala beni kandırdığını zannediyor... Artık gözümde o derece küçüldü ki, üzülemiyorum bile. Sadece bakıyorum. Eski günlerin hatırına hala onunla görüşüyorum. Ne güne kadar , onu ben bile bilmiyorum hala. Ona hala dostum diyebilirmiyim?, güvenirmiyim?...
Doğru bile bir şey söylese inanırmıyım? Elbette hayır.Beklemek nereye kadar yaşadıkça göreceğiz. Belki acı verecek, kestirip atmak en iyisi belkide ama insanların ne kadar alçalabileceğini merak etmekte benim hakkım sanırım...

4 Eylül 2007 Salı

Bir Cumartesi Gecesi Resimleri Devamı..

El Dokuma Tezgahları Çok güzel Battaniye Dokumuşlar - Siirt
Bakırcılar - Ş.Urfa
Turcell 'le Bağlan Hayata :)
Krep Yemek İçin Güzel Bir Mekan
Kahve Molası Tabiki Starbucks Coffee

Bir Cumartesi Gecesi Resimleri...

Taksim Meydanındaki Sergiden..




Cow Parade

Cow Parade ( İnek yürüyüşü veya İnek festivali )
Bu İneği ilk gördüğümde üzerindeki meyvelerde bir eksilme olmamıştı. Çok değil sergilenmeye başladıkdan ilerleyen günlerdeki ziyaretimde hangi zihniyet ve kimler tarafından yapıldıysa üzerindeki meyvelerden anımsanmayacak kadar bir kısmı sökülmüş. Sanırım bu olaydan sonra etrafı kurdale ile korumaya alınmış !!!...
Bu sergiler başladığında bunları alıp götüren olurmu diye düşünmüştüm ve açıkcasıda beklerdim de yurdum insanından ama böyle bir tahribat aklıma gelmemişti doğrusu.
Metro City deki sergilenen inaklerden en beğendiklerimden biride bu kırmızı güzellik :)

24 Ağustos 2007 Cuma


Leonardo da Vinci 'Son Akşam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi. Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam, sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu... Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: 'Ben bu resmi daha önce gördüm... ' 'Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı. 'Üç yıl önce' dedi adam.. 'Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı >söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'
İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır... Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...

21 Ağustos 2007 Salı

Rixos Oteli Plajı Önü - BODRUM
Camel Beach Plajı - BODRUM
Aktur - BODRUM
Kale Plajı - AKÇAKOCA

Şantiye Bahçesindeki Çiçekler


Samandere Şelaleleri - DÜZCE


20 Ağustos 2007 Pazartesi

Akçakoca....



Bu hafta sonuki istikametim Karadeniz kıyısında denizle ormanın birleştiği fındık diyarı Akçakoca. Hem denizin tadinı çıkarmak hemde etrafı gezmek için benim gibi yerli ve yabancı turistleri ağırlamakta.

Akçakoca'da güneş denizden doğar denizden batar diyorlar. Buranın eski adı da zaten Diapolis, yani parlak şehir.

Gece iki saatlik araç yolculuğumuzdan sonra Akçakoca'ya varmıştık. Yola çıkmadan ve yolda yemek yemediğimiz için bayağı açıkmıştık. Akçakocada bizi bekleyen arkadaşımızı aradım ve hangi balık lokantasına gelelim dedim. Gurme'de buluştuk balıklarımızı yedik ve sonrasında güzel bir sahil turu yaptık. Çınar caddesi gece trafiğe kapatılıyor ve bir hayli kalabalık oluyor.Gece istanbul'a nazaran daha bir serinde üşüdüm desem yalan olmaz :) Ertesi günü sabah erkenden kalktım ve sahil boyunca yürümeye başladım. Denizde geçen takaları ve yunusları izledim.Deniz kenarında midye kabuğu ve taşlar topladım. Uzun bir plajı var hafta sonları çevre illerden gelenlerde olduğu için sabah saatlerinde kalabalıklaşmaya başladı. Deniz derin ve dalgalı tabiki ben kenarlarda dolaştım çünkü bundan ül yıl önce akçakocaya gittiğimde o zaman bu kadar detaylı gezememiştim gözümün önünde birisi boğuluyordu dalgalar aldı götürdü adamı o yüzden kenarlarda dolaştım vede güneşlendim..
Tabiki her tatil yöresinde olduğu gibi buradada bir eşyamı kaybetmeyi ihmal etmedim :)

Sahilden sonra istikametimiz Akçakoca'nın sembolü niteliğindeki Ceneviz Kalesi. Ceneviz Kalesi 1216 yılında ticaret gemilerine yol göstermek için kurulmuş. Şimdi ise sahil bölümü ile birlikte büyük bir mesire alanı olarak hizmet veriyor.
Akçakoca'nın Beyazkayaları kaleden görülebiliyor. Bunun benzeri Kefken Kerpe 'de Şeytan Kayalıklarını görmüştüm.
Büyük dilek kuyusu ise, hemen dikkati çekiyor. Burasını aslında Kale Müdürü tarafından çöp atılmasın diye dilek kuyusuna çevirmiş. Şimdi hem temiz kalıyor hem de atılan paralarla kaleye gelir sağlanmış oluyormuş :)
Akçakoca'ya gelip de dünyada pek başka bir örneği olmayan Merkez Cami'yi görmeden dönmek olmaz. Mimar Ergün Subaşı, klasik kubbe yerine sentez mimari uygulamış. Sekizgen köşelerden oluşan kubbe ve mavi dokulu minarelerle eşsiz bir cami ortaya çıkmış..
Ayrıca yöresel lezzetler olarak yaprak sarma, mancarlı pide ve Akçakoca'nın özel tatlısı melengüçeyi deneyebileceğiniz yerlerden birine de girebilirsiniz.
Birde yemeğin üstüne fındıklı tahin helvası en güzeli denemenizi tavsiye ederim...

Dönüşte Düzce Hasanlar Köyüne uğradık yeğenlerimi görüp sohbet ettikden sonra İstanbul yoluna koyulduk. Yolda sapanca tesislerinde mola verdim ben orasını çok seviyorum hoş biryerdir. Sapanca gölü kenarında huzurlu bir tesis kışın dahada güzel oluyor. Yörük çadırında ayranımızı iştik. Ayranını tavsiye ederim çok güzel. Sonrasında biraz etrafı gezindik bahçesindeki hayvanları sevdik yalnız çocuklar tavşanları korkuttuğu için ben yakalayıp sevemedim çok şirinlerdi yol arkadaşım yakalayıp sevmişti bende resimlerini çekmiştim keşke bende o zaman alıp sevseydim... Resimlerimiz çekindikden sonra tekrar yola koyulduk.Bir hafta sonu gezimizde böylelikle tamamlanmış oldu.
Birdahaki gezimizde buluşmak üzere klavyem...

18 Ağustos 2007 Cumartesi

Turşu Suyu Canınız Çekerse.


Bodruma gidipde canınız turşu suyu çekerse Bodrum Turşucusuna uğramayı ihmal etmeyin derim.Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi mezunu Cem bey ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu Ziya beyin girişimi ile açılan Bodrum Turşucusu’nda lahana, Ankara Çubuk turşusu, kornişon, domates, pancar, biberiye, yakan, tatlı biber, fasulye, patlıcan dolma, lahana dolma, biber dolma, muşmula, kayısı, yeni dünya, üzüm, şeftali, sarımsak, çağla, badem ve erik turşuları satılıyor. Ayrıca turşu suyunu mutlaka denemelisiniz. Canınız turşu veya turşu suyu isterse Bodrum merkezde bulunan turşu dükkanına uğrayabilir ya da Oasis’te ayaküstü bir bardak turşu suyu içebilirsiniz.



Şimdiden afiyet olsun :)

Aşk Coğrafyasında Konuşmalar...


Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi hikâyelerimiz var. Bugün bile yüzlerce türkümüz, bu hikâyelerden alınmadır. Bu aşıklar, çok acı çekerler ama buluşamazlar. Hikâyenin sonu ise çok enteresandır. Aslı, gerdeğe girmek için düğmelerini çözerken elbisesi alev alır, yanar. Kerem de yanar. Aşkla yanarlar ve yine buluşamazlar. Fakat hikâye burada da bitmez. Kerem ile Aslı’nın külleri kalır ve küller birbirine karışır.. İşte Anadolu toprakları: Kayseri, Erzurum, Bursa, İskenderun Kerem ile Aslı’nın külü. Bu topraklarda anneannelerimiz, dedelerimiz, birbirinin küllerine karıştı. Biz burada insanlığın külüne karıştık. En çok ziyaret edilen, tarihin en çok mezar adları taşıyan, sandukaların, kral mezarlarının, evliya türbelerinin en çok olduğu topraklardayız. Bu topraklar, Kerem ile Aslı’nın külüdür ve bu kül, bizi ilahi tutkallarla bağladı. Şimdi bize etnik ayrımcılık dayatıyorlar. Ama hiçbirimizin annesi, babamıza aşık olurken, ‘bu, inşallah Çerkez’dir, Boşnak’tır’ demedi. Ancak hepimizin annesi ve babası, bir düğünde karşılaştıkları zaman, ‘seni yaratan ne güzel yaratmış, ben sana kurban olayım’ demiştir. Biz, Allah’ın yarattığı her insana evlenirken kurban olduk, çoluk çocuk kurban olduk. Bu topraklara da kurban olduk. Biz, şehirlerimizi böyle kurduk. Birliğimizin temelinde, bu aşk felsefesi, bu evliyalar ve bizi kardeş yapan bu türküler, bu halaylar, bu kemençeler yatıyor...
(Tanıtım Yazısından)

Sahhaflar ve İkinciel Kitapçılar...


İki meslekte aynı gibi görünsede arada önemli farklar vardır aslında. ikinci el kitapçılar daima ucuz kitap satarlar, romanlar, hikaye kitapları, çocuk kitapları bunlardan bir kaçı...sahhaflar ise bunun çok daha ötesindedir. bulunmayanı bulur, kitaplar hakkında bilinmeyini bilir, nadir baskı kitaplar, imzalı kitaplar, ilk baskı kitaplar, osmanlıca, yunanca, arapça, ermenice dilinde kitaplardan en az biri hakkında konuya hakim digerlerinide önüne koyduğunuzda yorum yapabilendir..ikinci el kitapcılarda kitaplar cidden ucuz olur vay be dersiniz iyi fiyata aldım. ama sahhaf dukkanlarından alacaginiz bir kitap pekte ucuz olmayabilir çunku o kitabı bir daha bulamama ihtimaliniz vardır. daha sayısız farkı olan bu iki eski kitap sektörü günümüzde içiçe girmiştir kim ikinci el kitapcı kim sahhaf belli degildir...

14 Ağustos 2007 Salı

"ÇATI" bütün dünyada yankılar uyandıran inanılmaz serüvenin kitabıdır. Yayınlandığı andan itibaren bütün dünyada en çok satan en çok satan kitaplar arasına giren bu romanı okurken , böyle olayların yaşanmış olabileceğine inanamayacaksınız.
Amerikalı genç kadın yazar V.C. Andrews küçük yaşta geçirdiği hastalıktan ötürü, ömür boyu üzerinde yaşayacağı tekerlekli sandalyesinde yazmaktan şikayetçi olmadığını açıklıyor.Kitapların konusunu gerçek hayattan alıp almadığı sorusunuda cevapsız bırakıyor. ÇATIDAKİ RÜZGAR, GAZAP TOHUMLARI, ÖÇ YUVASI ve ÇATIDAKİ DİKENLER V.C. ANDREWS' in diğer romanlarıdır.
Arka kapaktan Alıntıdır.

Gerçek olamayacak kadar kan donduruyor. 4 kardeş bir çatı katına kilitleniyor ve özgürlükleri ellerinden alınıyor.Aşk mı para mı önemlidir sorusu yanıt buluyor. Anneleri para uğruna çocuklarını zehirliyor.Çok üzücü ve sürükleyici bir hikaye..Yazar gerçekten okurken sizi sanki çatı da yaşıyormuşsunuz gibi bir izlenime kaptırıyor.
Dilerimki böyle hayatlar sadece satırlar arasında kalırlar...

10 Ağustos 2007 Cuma


sahilden göklerde uçan paraşüt çok güzel görünüyordu heyecanlı olacağını düşündüm ve bitezdeki uysalı bulup bizi havalandırmasını söyledik oda tamam abi dedi turistleri bir uçurayım sonra sizi alırım dedi ama çocuk birgün önceden üşütüp rahatsızlandığı için bizi unuttu :) tabiki bizde güneşin altında fazla yatınca rötarlı binmek zorunda kaldım ama güzel oldu.... Benden önce bir bir çift vardı eşini bindirmeye gelmiş valla bayanda acayip heyecan vardı onu görünce benide sardı bir heyecan :) ama artık gelmiştik Uysal bayanı fazla yukarı çıkartmadı 70-80 mt kadın inince ilk aklına gelen boğaz köprüsünde intahar edenler gelmiş ... bu benim için büyük bir moraldı :)


Yinede yerden 100 mt yukarıda olmak çok zevkli ve heyecanlıydı...


Resmi çeken Kadir İnanır bakışlı yakışıklı yeğenim olur bayılıyorum onun bu pozlarına :)

Bir dahaki hedefim Babadağdan yamaç paraşütü :)

Kendine İyi Bak...



kendine iyi bak... "Kendine iyi bak" bir "veda" degil "elveda" cümlesidir çogu zaman. O üç kelimeden çok daha fazlasini gizler içinde... "Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra ben yaninda olmayacagim. Olamayacagim. Istesem de istemesem de. Sevdim bir zamanlar seni, hala seviyorum ve benden sonra da mutlu olmani istiyorum. Olurda bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum. " "Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra kendinden baskasi olmayacak yaninda sana bakacak. Ben olmayacagim. Kendine iyi bak ve beni düsünme. Çünkü ben de seni düsünmeyecegim artik. Arama sakin beni, yazma, çünkü ben yazmayacagim. Sil beni yüreginden, çünkü ben silecegim. Fakat, yasanilan, paylasilan güzel seyler hatirina sana yürekten mutluluklar diliyorum. Ve ben bir daha dönmemek üzere gidiyorum " "Kendine iyi bak. Aramizda geçen herseye ragmen benden sonra iyi oldugunu bilmeyi tercih ederim. Aslinda bilmem çok önemli degil, iyi oldugunu varsayacagim ben. Seni bir daha asla görmemek üzere gidiyorum ben, seni kendinle basbasa, Yapayalniz birakiyorum ben. Biliyorum kendini birakacaksin benden sonra, o yüzden iyi bak diyorum. Aslina bakarsan, çok da fazla umursamiyorum. " Kendine iyi bak, derler ve giderler. Tutkuyla sevenler, bazen birden fazla söylerler bunu. Çünkü onlari ayirmak, eti tirnaktan ayirmak gibidir. Kolay kolay kopamaz onlar, süreç çok aci vericidir, yürek parçaliyicidir. Her seferinde azalan umutlarla geri döner ve yine "Kendine Iyi Bak" gözleriyle ayrilirlar. Ta ki umut da, sevgi de tükeninceye kadar.. *Taki son elveda mezar sessizligine bürünüceye kadar* Tutkunun ötesinde sevenler, bir kez "Kendine Iyi Bak" derler ve giderler. Onlar eti tirnaktan ayirmak yerine ölümü yeglerler. Onlar bu aciyi bir kezden fazla kaldiramayacaklarini bilirler. Kendine iyi bak, derler ve giderler. Bu sözlerin içinde ihanet yok, hiç bir zaman olamaz derler ve giderler. En büyük ihanet degil midir aslinda seni seveni, ihtiyaci olani yüzüstü birakip gitmek. Kendine iyi bak, derler ve giderler. Seni suskunluga mahkum edip giderler. Seni parçalara ayirip, en büyük parçayi yanlarina alip giderler. Seni senden alip giderler. Daha kötüsü suçlayamazsin onlari tüm bunlar için. Kendine iyi bak deyip gidenin geçerli bir nedeni vardir elbet. Suçlatmaz kendini. Savasmadiklari için kizarsin ama suçlayamazsin. Savasmislarsa, yenildikleri için kizarsin ama suçlayamazsin. *Yenildigin için kizarsin ama suçlayamazsin* Ayriligin kaçinilmazligina inandirir seni, kendine iyi bak, derler ve giderler. Elinden umutlarini, düslerini, sevgilerini alip giderler. Bir tek anilari birakirlar geride, Bir de hatirladikça gözyaslarina bogulasin diye unutulmayan nagmeler. Arkalarina bakmadan çekip giderler eger yalniz kalmissan, Çünkü insafsizliklarini görmek istemezler. Hersey o saniye orada bitsin, kapansin bu sayfa isterler. "Bitti" diyemedikleri için , kendine iyi bak derler. "Kirildim ve affedemiyorum" diyemedikleri için kendine iyi bak derler. "Seni istemiyorum artik, hayatimdan çikaracagim ama bil ki hiç unutmayacagim" Diyemedikleri için kendine iyi bak derler. "Biliyorum çok kanayacaksin ama daha iyisini yapamiyorum" diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Vicdanlarini rahatlatmak için kendine iyi bak derler, çünkü o kan uzun süre akacaktir ve o yara asla kapanmayacaktir, bilirler. Kendine iyi bak bir noktadir çogu zaman. Kendine iyi bak deme bana, sadece kötülükler noktalansin isterim ben. Oysa sen iyisin.... *Sen gözümdeki isik, dudagimdaki tebessüm, sen içimdeki sevinçssin. Sen hayatima renk katan, sen yüregimdeki çarpinti, sen hayatimdaki nesesin. Sen yolumu aydinlatan, sen dert ortagim, sen gönül yoldasim, sen bir tanesin. Kendine iyi bak deme bana. Nokta koyma. Keske böyle yasanmasaydi bazi seyler, keske affedebilsen beni, keske ben de affedebilsem.. Keske döndürebilsek zamani geriye. Keske bugünkü aklimizla yasasak herseyi bastan. Nafile...Ama yine de, gitmesen olmaz mi? Bitmesek olmaz mi? Sen eksikken, ben nasil tam olurum? Senden kalan boslugu kimlerle doldururum? Savassak aramiza giren seytanla olmaz mi? Hani büyük asklar her türlü engeli asardi, hani gerçek dostluklar her sinavi geçerdi, Hani sevgi eninde sonunda kazanirdi? Hani hayatta hiç kirlenmeyecek degerler vardi? Hani en büyük zaferler, en kanli savaslarin ardindan kazanilirdi? Bunlarin hepsi yalan mi?... Sahiden..., Gitmesen olmaz mi? Bitmesek olmaz mi? Peki o zaman... Senin istedigin gibi olsun... Öyleyse... Sen de "Kendine Iyi Bak.
(Alıntıdır)

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Mars


Yüzeyindeki su birikintilerinin varlığı araştırılan, turistik yolculuklar yapılan ve hatta ileride insanoğlunun yaşayabileceği tek gezegen olarak gösterilen gezegen, yaklaşık 60 bin yılın ardından ilk kez görünecek.

Mars gezegeni Ağustostan itibaren geceleri gökyüzünün en parlak cismi olacak. Mars çıplak gözle dolunay kadar büyük görünecek. 27 Ağustos'ta Mars dünyaya 34,65 milyon mil yaklaştığında en büyükgöründüğü gün olacak. 27 Ağustos gecesi 00:30'da gökyüzünü izleyin.Dünyanın iki ay'ı varmış gibi görünecek.Mars'ın dünyaya bu kadar yakın geçeceği bir sonraki tarih 2287 yılı. Bunu dostlarınızla paylaşın.Bugün hayatta olan hiçbir kimse bu olayı tekrar göremeyecek.

NİYE YAKINLAŞIYOR? Dünya, Güneş'in yörüngesinde dönerken, ortalama her 2 yıl 2 ayda bir, dış kulvarda dolanan Mars'a yetişiyor ve bu gezegeni geçiyor. Her seferinde, hem dünya Mars'ı geçtiği hem de Mars'ın yörüngesi elips şeklinde olduğu için iki gezegen arasındaki mesafe değişiyor. Dünya, her 15-17 yıl arası Mars'ın yakınından geçiyor. Bu dönemlerde de gezegen çok parlak görünüyor.

5 Ağustos 2007 Pazar

Hikaye....


Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Penceresinin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş.

Tık..... Tık...... Tık....

Adam içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Çok meşgulmüş! Dönüp cama bakmış. Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyacanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, derin bir nefes almış, şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış: 'Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım.' Adam birden parlamış. 'Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam.' demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş. 'Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu?' Kırlangıç mahçup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş; Adam, adam! Haydi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam.' Adam kararlı, adam ısrarlı; Yok ,yok ben seni içeri alamam' demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. 'İşim gücüm var, git başımdan.' Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş; 'Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi, al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın, yalnızlığını paylaşırım.' demiş. Bazıları, gerçekleri duymayı sevmezmiş. Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek sinirlenmiş. 'Ben yalnızlığımdan memnunum.' demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinde de başarısız olunca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş; 'Hay benim akılsız başım.' demiş. 'Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma keyifli bir vakit geçirirdik birlikte.' Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş. 'Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Beni seviyor nasılsa. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.' Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki;

Kırlangıçların ömrü altı aydır, evlat.....' Hayatta bazı fırsatlar vardır, sadece bir kez elinize geçer ve değerlendirmezseniz uçup giderler. Hayatta bazı insanlar vardır, sadece bir kez karşınıza çıkar ve değerini bilmezseniz giderler. Ve asla geri gelmezler. Dikkatli olun.... Farkında olun..... Ve bir düşünün bakalım;

Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız???....

2 Ağustos 2007 Perşembe

Kendimden Kaçtım....


Seni bulmak için, sana varmak için, yüreğine bir kez olsun dokunabilmek, gözlerinden bir kez geçebilmek için kaçtım. Bir kez olsun dokunabilseydim yüreğine, bir kez olsun gözlerinde kendimi görebilseydim, bir kez olsun ismimi senin sesinle duyabilseydim, ölmeyecektim.
Bu bir büyüydü benim için, sonsuza kadar ve mutlu yaşamamı sağlayacak o üç elmanın düşmesiydi. Yaşamımın bir masala dönüşmesiydi. Sense bunların benim için ne anlama geldiğini hiç bilmedin.
Sıradan biri, hayatından öylesine gelip geçmiş biri, sana bir kez bakmış sonra unutmuş herhangi biri olmamı istedin.
Bense sana bir kez baktım, ve hiç gitmedi yüzün gözlerimin önünden…
Ben durup durup seni özlerken, senin hiç haberin olmadı. Sana yazarken, parmak uçlarım kağıda değil tenine dokundu, hissetmedin, anlamadın. Nefesini kıskandım, sana nefes kadar yakın olmak için tanrıya yalvardım. Sen saçlarına dokunurken ben dokunuşunu hissettim saçlarımda, sen bana bakarken, ben eridiğimi hissettim. Senin hiç haberin olmadı.
Tüm dileklerimi senin için diledim. Tüm isteklerimi sana göre belirledim. Sen olursan olsun istedim, tüm istediklerim. Anlamı olmayacaktı. Sensiz gerçekleşecek hiçbir dileğin, bende bir anlamı olmayacaktı.
Sonra kaçtım kendimden. Sana varmak için tüm yolları denedim. Seninle konuşmayı denedim, sana bakmayı denedim, sana dokunmayı denedim. Denedikçe yanıldım, yanıldıkça yandım. Yandıkça parçalandım. Sana varamadan, savruldu parçalarım. “Gözlerin gözlerime değdikçe, felaketim oldu, ağladım”*
Yüreğimdeki varlığını bilmenden çok, yüreğinde var olmak istedim. Hayatımdaki anlamını bilmenden çok, hayatında bir anlamım olsun istedim. Bana bakarken beni gör istedim. Beni bil istedim. Belki bir hayaldi ama, beni sev istedim. Ben savaş verirken kendimle, en çok da seninle, senin bunlardan hiç haberin olmadı.
Kim bilir, belki de olsaydı umurunda olmazdı.

26 Temmuz 2007 Perşembe

Bodrum Kalesi..


Bodrum Kalesi Rodos (St.Jean) Şövalyeleri tarafından 1402 yılında yapılmaya başlanmış ve 1522 yılına kadar yapımı sürmüştür.(Kalenin inşasının başlangıç ve bitiriliş tarihleri konusunda değişik tarihler öne sürülmektedir.) Kalenin, isimleri İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan ve İspanyol kulesi olan 5 ana kulesi vardır. İngiliz Kulesi, Aslanlı Kule olarak; İspanyol Kulesi, Yılanlı Kule olarak da bilinir. Kale 1770 yılında Rus donanmasının saldırısına uğramıştır.
Padişah II. Abdülhamit zamanında bir hapishane olarak kullanılmıştır. En ünlü kalebent, Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı'dır. Kale 1915 Fransız bombardımanından sonra terk edilmiştir.
1964 yılında Bodrum Kalesi, Müze Müdürlüğü olmuş, 1979 yılından beri Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak adlandırılmıştır.

25 Temmuz 2007 Tekne Turu...




Dün benim için güzel bir gündü...


Sabah 11:00 da tekne turuna çıktık deniz havası bana iyi geldi...Gerçektende ülkemiz çok güzel her zaman söylerim değerini bilmiyoruz . Daha önceki "orman yangınları" yazımda yazdığım yerleri yerinde gördüm ve gerçektende çok üzüldüm. Adeta kömür ocaklarını andıracak nitelikte bir durum almış.... Zaten resimdede göreceksiniz ...Tekne turunda Tavşan adası ,Kızıl Burun ,Klopatra Koyu ,Akvaryum koyu vs.. koylarda durakladık denizin ve güneşin keyfini bolca yaşadık :) Dönüşte aklım koylarda kaldı ..


Bodruma geldiğimizde yangın helikopterlerinin tur atması beni çok üzdü sonra yangın olmadığını öğrenince içim rahatladım...


Sevgili klavyem şimdilik bu kadar görüşmek dileğiyle Güneş ve deniz beni bekliyor ama öncesinde güneş koruyucu krem almam lazım :)