29 Haziran 2007 Cuma

Erkek Çözüm İster Kadın İse Paylaşmak

Kadın ve erkek neden anlaşamaz?
- "Kadın ve erkeğin birbirlerini anlamasında güçlükler var" dersek daha doğru olabilir. Daha bebek doğmadan evvel iki şeye bakıyoruz: Sağlıklı mı? Cinsiyeti nedir? Erkek ve kız şeklindeki bakış açıları henüz doğum gerçekleşmeden başlıyor, yaşam boyunca devam ediyor. Buna karşılık psikolojik farklılıklar çok daha önemli, çok daha belirgin. Çünkü fiziksel olanları peşinen kabul etmişiz.
Sizce bunun altında yatan sebep nedir?
- Evrimsel açıdan insanın gelişimiyle ilintili. Erkek dış dünyada avcı; evi besleyen, avı getiren dolayısıyla gücüyle öne çıkan biri. Kadınsa evin sükunetini sağlayan, getirilenlerin adil paylaşımını örgütleyen, dış dünyayla ilişkileri kuran. Hep aklını kullanmak durumunda. Biri kollarını kuvvetlendirirken, diğeri düşüncelerini geliştirmekte.
Çiftler en çok hangi sorunlarla geliyor?
- Genelde iletişim problemiyle geliyorlar. Problemi ikisi de bilmiyor. Birisinin beklentileriyle öbürünün beklentileri farklı. "Siz eşinizde neyin değişmesini istiyorsunuz? Somut olarak neler değişirse daha mutlu olursunuz? Kağıda yazın, burada konuşalım" dediğimde çok ilginç bir şey çıkıyor ortaya. Her ikisi de iletişim istiyor mesela. Ama iletişim gerçekleşmiyor.
Değişim korkutur
Neden?
- Eşler iletişimin sonunda uzlaşma bekliyor. Uzlaşma ne: "Sorunu masaya oturup konuşalım. Kalktığımızda sorun çözülmüş olsun." Konuşmaya çalıştıklarında uzlaşamadıklarını gördükleri zaman da onlara göre iletişim amacına ulaşmamış oluyor. Halbuki iletişimin amacı uzlaşmak değil, anlamak. Anladıktan sonra uzlaşıp uzlaşmayacağınıza karar verirsiniz. Bunu görmeyen çiftler uzlaşamayınca tekrar konuşmamaya başlıyor, "Uzlaşamayacağımıza göre konuşmanın da anlamı yok" diyorlar. O zaman ben bu çiftlere diyorum ki; "Bir tek konuda uzlaşın, uzlaşmama konusunda. O takdirde konuşmaktan vazgeçmezsiniz."
Peki ya aralarındaki farklılıklar…
- Kadın anlatmak istiyor. Erkekse istiyor ki kısa sürede ne söyleyecekse söylesin. Kadın anlattığı zaman erkek dinlemiyor gibi yapıyor. Televizyon seyrediyor örneğin. Dinledikleri zaman bile erkeklerin yaptıkları şey hemen soruna çözüm bulmak. Halbuki kadının istediği şey çözüm bulmak değil, paylaşmak. Ama erkekler problem çözmeye eğilimli. Niye? Problemi çözelim ki öbür işe dönelim. Bir seferde tek bir işe yönelebiliyor erkek, aynı anda birkaç sorunla ilgilenemiyor. Kadınlar dinlenilmediğini, erkeklerse kadının bu çabalarını kendisinin değiştirilmek istendiği şeklinde algılıyor. Değişim korkutucu olduğu için de diyor ki, "Beni değiştiremezsin."
Farklıyız ama eşitiz
Kadın ve erkek arasındaki farklılıklar gündelik hayata nasıl yansıyor?
- Örneğin toplumda "kadın araba park edemez" gibi genel bir kanı var. Erkekler yolda kaybolur ama hiç kimseye soru sorma gereği duymazlar. Hababam çemberler çizerler, kadınlar arabayı durdurup soru sorar. Erkek sormaz, devam eder, dolaşır… Çünkü erkekler kaybolmaz. Kadın kaybolduğu zaman farkındadır, durur. Musa niye 40 yıl çölde dolaştı? Adres sormayı unuttuğu için. Kadınlar erkeklerin haritaları nasıl okuduklarını, daracık alanlara nasıl park ettiklerini, beri taraftan kocaman G noktasını nasıl fark edemediklerini bir türlü anlamıyor. Bunlar işin esprisi ama günlük yaşama yansıyan çok ciddi farklılıklar var.
Rol paylaşımından mı bahsediyorsunuz?
- Evet rol paylaşımı, yani fiziksel olarak. Özetle söylemeye çalıştığım; tabii ki erkekler bazı şeyleri kadınlardan iyi yaparlar. Ne yazık ki gerçekleri çok net ifade edemiyoruz. Erkekler ve kadınların hep benzerlikleri üzerine konuşuyoruz. Erkekler ve kadınların farklılıkları üzerine konuşulmaz. Neredeyse bir farklılık fobisi gelişmiştir. Farklılık bazen zenginlik, bazense fakirliktir. Bu onu nasıl kullandığımıza bağlı. Farklı olmamız birbirimizi korkutmamalı, onla büyümeyi öğrenmeliyiz.Şunu kavrayalım; farklı olmamız eşit olmamıza aykırı değil.
Olgunlaşmış sevgi
İdeal aşkın tanımı nedir?
- Aşkı bilim adamları değil, yaşayan çiftler belirler. Ne kadar süreceğini de kestirmek mümkün değildir. Ama şunu söyleyebiliriz: Aşk dediğimiz şey eninde sonunda aşk olarak kalmaz. Niye kalmaz? İki kişi birbirine aşık olduğunda 100 lük skalada en tepeden başlamış oluyorlar. Aşk demek 100 demek. Daha yukarı çıkma şansımız yok, aşağı inmeye mecburuz. Bunu bir kere kabul edelim. Aşkın sonsuza kadar sürmesi gerekmiyor. Onun yerini çok daha önemli bir duygu alıyor: Olgunlaşmış sevgi. Aşkın ömrünün ne kadar olduğu bizim birlikteliğimizi belirlemiyor. Aşkın süresinden çok, aşkın neye dönüştüğü önemli.
Ya evlilik?
- Ne diye insanların yüzde 98 i yüzde 50 yürüyen bir işe yatırım yapıyor? İki evlilikten birisi boşanmayla sonuçlanıyor. Hiçbir akıllıca yatırımla bağdaşmayan bir şey bu. Öte yandan evliliğin gerçekten sanatsal bir yanı var. Evliliği şöyle tanımlıyorum; rutinin içinde mutlu olma sanatı. Ama rutin bir hayat sürmek her zaman mutsuz olmak demek değil, aynı zamanda emniyette olmak demektir. Bu rutini sürprizlerle keyifli hale getirmek mümkün. İnsanlar evliliklerine küçük keyifler kattığı takdirde evlilikleri daha uzun sürebilir.

Şeytanın İşi :)

İnsanlığın ilk var olduğu dönemde adamın biri şeytanı yakalamaya karar vermiş fakat bunun için 40 yıl boyunca Tanrı ya ibadet etmesi gerekiyormuş. Karısıyla, dostlarıyla ve bütün dünya ile ilişkisini kesmiş ve 40 yıl boyunca Tanrıya ibadet etmiş 40 yıl sonunda Tanrı ibadetinin karşılığı olarak ona şeytanı ağzı kapalı bir şişenin içinde sunmuş. Adam da karısına o şişeye sahip çıkmasını dünyada neler olup bittiğini artık öğrenmek istediğini söyleyerek dışarı çıkmış. Kadıcağız şeytanı merak ediyormuş. Merakına bir türlü engel olamayıp şişenin ağzını açıvermiş. Açmasıyla şeytan dışarı çıkmış ve gülmeye başlamış.
-Merakına engel olamadın ve kocanın 40 yıllık emeğini boşa çıkardın.
Kadın da şeytan’a ;
-Sen o şişenin içinde hiç değildin ki
Şeytan ;
-Nasıl olur? şişeden çıktım sende gördün
Kadın;
-O şişenin içinde hiç değildin. Nasıl o şişenin içine girebilirsin ki Şeytan;
-Gireyim de gör (der ve şişenin içine giriverir)
yani adamın şeytanı hapsetmesi 40 yılını, kadının ise 5 dakikasını almış.
şeytanda Tanrıya isyan etmiş
veeeeeee.
‘ Tanrım mademki kadınları yarattın o zaman beni niye Yarattıın!!!!!!!!!!!!:)

27 Haziran 2007 Çarşamba

Erkeksen !!!...

Erkeksen...


Biz erkeklere daha çocuk yaştan aşılanan erkeklik, hasbelkader sahip olduğumuz bir kişilik özelliği değil, üyesi olmaktan gurur duymamız gereken bir imtiyazlılar kulübü, her daim iftiharla taşımamız gereken bir klan nişanesidir.
O denli kıymetlidir ki onu hakkıyla taşıyabilmek için erkek olarak dünyaya gelmek yetmez; erkekliğin gerektirdiği hal, tavır ve ritüellere de uygun davranmak, erkekliği olur olmaz her fırsatta ve yerde "ispatlamak" da gerekir.
"Erkek gibi yürü"necektir, "adam gibi konuş"ulacaktır, "erkeksen aşağıya in"ilecektir.
"Erkeksen" dayılanmasının muhatabı, bunun gereğini yapmadı mı, kendisini bir daha insan içine çıkamayacak hale getiren ithama hazır olmalıdır:
"Karı gibi kaçtı."
İki Abdullah'ın, erkeklik vurgulu iki mesajı, iki gün üst üste yansıdı gazetelere:
Önce Abdullah Gül, "erkekliğin ispatlanacağı dönemler olduğunu" söyledi. Yiğitlik tekelini er kişilere veren bir gaf yapıp "Erkeklik, mertlik, yiğitlik, korkmadan Meclis'e gelip oturmaktır" dedi.
Ardından Abdullah Öcalan örgütüne seslendi: "Yanına iki karı alan kaçıyor. Aslında bunlar, karıdan yüz kat daha aşağıdırlar, karıdan yüz kat daha karıdırlar."

'Göster oğlum amcana pipini'
Bu demeçlerde, ataerkil ailelerde "Göster oğlum pipini amcanlara" böbürlenmesiyle yetiştirilmiş oğlanların ezikliğini okumak mümkün...
Gerçekten de en çok erkeği ezer erkeklik...
Yanındaki kıza laf atana okkalı bir kafa atamamanın, maçta topu tutamamanın, askerde düşmanı mıhlayamamanın, yatakta kadını haklayamamanın, eve ekmek taşıyamamanın yarattığı tahribat o denli büyüktür ki bunlarla baş edebilmek, ezikliğini örtebilmek için efsaneler uydurarak erkekliğini yüceltir erkek:
Adama öyle bir kafa atmıştır ki, topa öyle çakmıştır ki, kızı öyle haklamıştır ki...
Malum, erkek bir kızla birleşerek erkekliğini "kazanır"; kız ise erkekle birleşerek kızlığını "kaybeder".
Erkeklik bayrağı, en çok da zifaf döşeklerinde, askere uğurlama törenlerinde, büyük derbilerde, meclis kürsülerinde, örgüt evlerinde yüceltile yüceltile insanlığın başına bela olmuştur.
Kim bilir kaç zifaf cinayetinde erkeklik zaafının duyulmasından kaygılanan erkek kaygıları rol oynamıştır.
Kaç töre cinayetinde, kaç sevilmemiş çocukta, ilan edilememiş kaç aşkta, yok yere çekilmiş kaç hançerde, gereksiz yere ilan edilmiş kaç savaşta bu fuzuli dolduruşun parmak izleri vardır.

Bir böbürlenme vesilesi
Bu haliyle erkeklik, çalışıp para kazanamamanın, siyasette sözünü tutamamanın, örgüte hâkim olamamanın, bütün cakaya rağmen bir kızı koluna takamamanın, çocuğuna istikbal kuramamanın ezikliğini, yaratıcılık eksikliğini, yetenek yoksunluğunu, kısaca yaşamdaki ezilip ufalanmışlığı saklayan, unutturan bir böbürlenme vesilesidir.
Çare?
Öncelikle siyasette, sporda, medyada erkek egemen söylemin teşhirinden işe başlamakta yarar var.
Sonra, oğullarımıza amcalarına göstermek için pipilerinden daha değerli şeylere sahip olmayı öğretmeliyiz.
Belki böylece bir sonraki erkek kuşağını ve siyaset ortamını erkekliğin cenderesinden kurtarabiliriz.

20 Haziran 2007 Çarşamba


Rakı
Tekerlekten sonraki en yararlı ve yaratıcı, en eşitlikçi buluş... Bir içecek, el kadar yeşilliğin üstündeki gazete kâğıdına da, süt beyazı kolalı keten örtüye de bu kadar mı yakışır? Balığa da, maviye de, camsız meyhaneye de... Dilleri bülbül eder, milleti şair eder, alfabemizin az kullanışlı harfini abad eder... Aman saki... Canım saki... Doldur doldur da verr

Kan uyuşmazlığı ne demektir, tehlikesi nedir?

Kan uyuşmazlığı, anne ve babanın kan gruplarından yola çıkarak oluşacak olan bebek kan grubunun anne kanıyla uyumsuzluk göstermesi olasılığına verilen addır. Eğer bebeğin kan grubu elemanları anne kanı tarafından yabancı nesne olarak işlem görürse annenin kanındaki savunma mekanizmaları bebeğin kan grubu elemanlarına saldırıda bulunur. Bunun sonucunda bebeğin kanındaki hücreler parçalanmaya başlar ve çeşitli problemler ortaya çıkabilir. Kan uyuşmazlığı çok çeşitli olabilmesine karşın en sık rastlanılan babanın Rh faktörünün pozitif olması ve annenin Rh faktörünün negatif olmasıdır. Bu durumda çiftler arasında bir uyuşmazlık vardır. Kan uyuşmazlığı olması mutlaka bebeğin hastalanacağı anlamına gelmez. Bebeğin kan uyuşmazlığından etkilenip etkilenmeyeceği öncelikle bebeğin kan grubunu daha sonra da annenin bebeğin bu "yabancı" olarak algıladığı kan hücrelerine saldırıp saldırmamasına bağlıdır. İlk gebeliklerde kan uyuşmazlığı nadiren problem yaratır. Sonraki gebeliklerde de gerekli önlemler alındığında kan uyuşmazlığının problem yaratması beklenmez.





Kan uyuşmazlığı durumunda ne olabilir?
Op. Dr. Burçak Erzik: Anne Rh (-), bebek Rh (+) ise fetustan anneye geçebilecek çok az miktarlarda kan bile (0.1 ml ) annenin kanına karışırsa annenin bağışıklık sistemi Rh proteinlerine karşı antikor denilen koruyucu maddeler oluşturur. Bu şekilde kendi kan dolaşımındaki Rh proteinlerini temizler. Ancak bu antikorlar bebek eşi olan plasenta ve kordon aracılığı ile Rh (+) fetusun kan dolaşımına girdiğinde kırmızı kan hücrelerini yok etme özelliğine sahiptir. Bu şekilde anne ve fetusta Rh duyarlılığı gelişmiş olur. Geçen antikor miktarı ile doğru orantılı olarak, bebeğin anne karnında, kansızlığa bağlı kalp yetmezliğine ve buna bağlı ölümüne kadar giden bir hastalık tablosu görülebilir.







Ne yapmak gerekir?
Op. Dr. Burçak Erzik: Annenin bağışıklık sistemi bir kez uyarıldıktan sonra geri dönülmez bir şekilde bu yabancı kırmızı kan hücrelerine karşı antikor ürettiğinden bu uyarının hiç oluşmaması en önemli korunma prensibidir. Bu uyarılma işlemi ilk doğumda %1 oranında mümkündür. Ancak her uyarı doğumla olmak zorunda değildir.Yanlış kan nakli, kan ile bulaşmış cerrahi aletler ile girişim veya enjeksiyonlara bağlı olarak da kan uyuşmazlığı gelişebilir.
Bu yüzden Rh (-) olan her anne, gebeliğin hemen başında anti-Rh antikorlar açısından indirekt coombs adındaki basit bir testle araştırılır.

: Bir hekim olarak nelere dikkat ediyorsunuz?
Op. Dr. Burçak Erzik: Bu tür bir problemle karşılaşmamanın temel kuralı korunmadır.

-Çiftin öncelikle gebelik öncesinde kan grupları tespit edilmelidir.
-Eğer Rh uyuşmazlığı varsa indirekt coombs testi 4 hafta aralıklarla tekrarlanmalıdır.
-İlk gebelikte 28.haftada erken korunma iğnesi (300 mikrogram Rh hiper immün globulin)yapılabilir.
-Doğumdan sonra bebeğin kan grubu Rh pozitif ise; sonraki bebekleri korumak için antikor üretimini engelleyecek Rh hiperimmunglobin enjeksiyonu doğumu takip eden 72 saat içinde yaptırılır. Hiperimmune globulin enjeksiyonuna rağmen hastaların % 0,4’ünde duyarlılık gelişebilir.
-Eğer anne adayı duyarlı hale gelmişse bebek risk altındadır.Duyarlılığı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Gebelik ilerledikçe kandaki antikor düzeyleri düzenli olarak kontrol edilir. Eğer yüksek düzeylere çıkarsa, özel testlerle bebeğin sağlığı mutlaka bir perinatoloji kliniğinde takip edilmeli ve uygun tedavi yapılmalıdır. Rh duyarlılığı gerçekleştikten sonraki gebelikler de genellikle etkilenen gebelikten daha erken başlayan ve daha ağır seyreden bir tablo oluşur.
-Düşük sözkonusu ise gebelik 3 aydan büyükse immunglobulin uygulaması tam doz yapılmalıdır. İlk 3 ay içinde ise düşük doz, 50 mikrogram hiperimmünglobulin (koruyucu iğne) yapılması uygun olur.
-Tıbbi nedenlerle veya isteğe bağlı kürtaj sözkonusu ise Rh hiperimmunglobulin müdahaleden önce uygulanmalıdır.

İlginç İş Fikirleri :)

Japonya’dan iş fikirleri


Vaner Alper Japonya’da A.P.C japan adlı firmada mağazacılık ve marka geliştirme işinde yöntecilik yapıyor.Japonya’da gördüğü iş fikirlerini bizlerle paylaşıyor.(Teşekkürler)
1-Ranking Ranqueen diye bir yer hakkında
Burada İngilizce açıklama var.http:­/­/greggman­.com­/japan­/ranking-ranqueen­/ranking-ranqueen­.htm
Japonca bilenler için asıl sayfaları burası
http:­/­/www­.ranking-ranqueen­.net­/
Bu şirket sürekli olarak en iyi satılan, en çok aranan şeylerin listesini olusturuyor, ya da bir yerlerden ele geçiriyor. Sonra da şehrin işlek yerlerinde açtığı dükkanlarda listede birinci olan ürünü satıyor. En iyi sabun, en iyi maskot, en iyi mayo, en iyi sampuan vs.
Yani aslında herseyi satan bir dükkan, ama sadece en iyisini sattigi icin satış riski az herhalde.
2-99 stores hakkında
Bu başka yerlerde de var galiba.Mesela ABD’de 99 sent dükkanlari olarak acilmis: http:­/­/www­.99only­.com­/
Japonya’da ne alırsan 100 Yen dükkanları var. Bizde de “Ne alirsan Bir Lira” olurdu ki oldu da.
Bunlara alternatif olarak iki yeni dükkan çıktı.

1) 99 Yen dükkanları.Fiyat hemen hemen aynı, burada bir fark yok. Ancak taze sebze ve meyve de satıyorlar.Sebzenin ağırlığını ona göre ayarlıyorlar ama yine de ucuz geliyor.Süt peynir vs de var, süpermarket olarak kullanılabiliyor yani.
2) 10bin Yen dükkanları.Bizde ne alırsan 100 Lira olabilirdi. Daha pahali şeyleri satıyorlar ama yine de 10bin Yen icin çok ucuz şeyler. Mesela ev mobilyaları vs var. Bu biraz daha fazla yatırım istiyor ama getirisi de fazla olsa gerek.

3-Book Off dükkanları hakkında
http:­/­/www­.bookoff­.co­.jp­/
Eski kitap ve dergileri sabit fiyatla alıyorlar, 100 Yen mesela (bir lira gibi).
Sonra piyasa fiyatının altında satıyorlar.
Burada eskiden maksat son birkac haftalik seyler.Mesela dergi alıp okuyan birisi, dergiyi atacağına buraya götürüyor.Sayfaları iyi durumdaysa alıyorlar.Sonra da aynı dergiyi hemen satışa koyuyorlar. Yeni olursa daha çok para ediyor tabii ki. Çok eski şey gelirse alma mecburiyetleri de yok,satılacak dergileri alıyorlar.
Dergiden başka CD, DVD, bilgisayar oyunları vs de alıyorlar ki satış süresi ve satılma ihtimali daha yüksek tabii ki.

4-Evde yalniz yaşayan yaşlılar için yemek dağıtım hizmeti işi.

Yaşlılara uygun sağlıklı yemekler hazırlıyorlar.Haftanın her günü öğlen ve akşam arabayla kapıya kadar yemeği getiriyorlar. O kişiye özel, kumanya kutusu içinde yemek oluyor.İsteğe göre haftada sadece bir öğün, mesela sadece Cuma akşamı almak da mümkün.
Bunu yaşlılar icin değil,şirket çalişanları için, yani öğle vakti yapanlar da var.

http:­/­/www­.obento-yokohama­.com­/
Kumanya kabı dediğim şey şunun gibi bir şey yani, bizim sefer tasi gelmesin akla:
http:­/­/www­.artsci­.wustl­.edu­/~copeland­/Obento2­.jpg

http:­/­/www­.cherryblossom­.com­.au­/images­/38-obento-box­.jpg

http:­/­/www­.jsnw­.org­.uk­/Gallery­/obento%20Tatton%20Park­.jpg

Kaplar bir seferlik, toplama zahmeti yok.Ufak bir muhitte başlayıp, başarılı olursa çevreyi genişleterek işi büyütülebilir. Lokantalarda olmayan yemekler sunularak fark yaratılabilir.Yaşlılar için az tuzlu yemek, bebekler icin az yağlı yemek vs gibi.

Not:Şahsen kahvaltıyı evde yapmayi tercih ederim ama bu işe girişecekseniz her yerde olan börek yerine dünyanın en iyisini sunmaya ne dersiniz?
Dünyanın en iyi kahvaltısı hakkında:
1) Van’da kahvaltı salonlarındaki kahvaltı.Yiyenler yemeyenlere anlatsınlar.İnternette Van kahvaltısı diye ararsanız yüzlerce sayfa çıkacaktır.
2) Kırım Akmescit’te (değiştirilmiş Rusca adıyla Simferopol şehrinde) pazar yerinde Kırım Tatarlarının sunduğu “Çiğ börekli kahvaltı”.Sadece büyükçe bir çiğ börekle yanına çay veriyorlar ama nefis bir şey.
5-Havalimanına kadar bavulları taşıma hizmeti.

Bu işi yapanlar normal nakliye ya da kurye şirketleri ama özel bir bölüm olarak çalışıyorlar.
Uçak kalkış gününden bir gün önce arıyorsunuz, evinize kamyonla geliyorlar. Orada bavulu teslim alıyorlar.Size bir makbuz veriyorlar. Bavulun üstüne hangi uçakla gideceği de yazıyor.
Havalimanında kendi tezgahlari var.Uçak kalkış vaktinden önce oraya uğruyorsunuz. Akşamdan gelmiş hazır oluyor bavullar.Makbuzu verip bavulu alıyorsunuz.Uçak saatine göre sıraya diziyorlar zaten, izdiham olmuyor. Fazla yük olmadan uçağa gitmek mümkün olduğu icin taksiye binmeye falan gerek kalmıyor, normal otobüs trenle havalimanına gidilebiliyor.
Ayrıca zenginler için golf sopalarını (clubs), gençler icin surifing board vs taşıma hizmetleri de var. Kamyon aynı kamyon da içine battaniye falan koyup koruyorlar esyaları.
Daha da zenginler için bu eşyayı yurtdışındaki otel odasına kadar taşıma hizmeti de var. Mesela adam İsviçre’de kayak yapmaya gidiyor, ya da İskoçya’da golf yapmaya.Oralarda kalacağı otele kadar emanet ettiği malzemeyi götürüyorlar.
Halihazırda var olan şirketlerde yani bölüm olduğu için maliyet fazla degil, fikir olarak bir nakliye şirketine sunmak gerek, sonra da işin başında durmak lazım herhalde.

6-Hizmet sektoru hakkında:Bio-Otel işi.
Önce Avusturya’da başlamış galiba.Bkz. http:­/­/www­.bio­.arche­.hotel­.at­/
Otelin en büyük özelliği sundugu bütün yiyeceklerin ve içeceklerin yörede imal edilmiş olması ve kısaca bio ürünler diye sınıflandırılan suni gübre ya da zirai ilaç kullanılmadan yetiştirilmiş meyve sebze ve bunların yan ürünlerinden oluşması.
Bunun dışında doğaya uygunluk düşüncesiyle uygun olarak başka ilginç yönleri de var:
Otel çok büyük değil, en fazla 20, 30 kişi alıyor.Bina içinde sigara içmek yasak
İç mimari yumuşak bir uslupte, mobilyalar ahşap,
Sağlıklı yaşam için hidro-terapi, yoga, masaj, açık havada gezinti, dağ yürüyüşleri vs gibi faaliyetler düzenleniyor.Hedef müşteri kentlerde çalişanlar, doğaya kaçmak isteyenler, çevreci zihniyetli çiftler vs.

7-Eve kadar gelip güler yüzle bilgisayarı internete bağlama hizmeti.

Hangi bilgisayarı aldığınızı söylüyorsunuz Anlıyorsanız içinde hangi yazılımlar olduğunu da söylüyorsunuz.Üniversiteli bir çocuk ya da kız gelip evde bir iki saat uğraşıp internet bağlantısını kuruyor. Sonra yanınızda oturup beraber deneme yapıyor.

Bu iş iki ila dört saat arası sürüyor.Ücret saat hesabi değil, her bir bağlantı için (yani her bir ev için) sabit ücret.Yaklaşık 10 bin Yen idi, 65 Euro kadar.

İki çeşit işleyisi var.
1)Şirket olmadan, üniversiteli gençler arasında ciddi bir örgütlenme olarak. Belirli bir mahallede el ilanları dağıtarak tek bir telefon numarası veriyorlar Aranınca mutlaka birisi çıkıyor ve profesyonelce karşılık veriyor.

2)Benzer bir örgütlenme ya da ufak bir şirket olarak bilgisayar satan şirketlerle, dükkanlarla birlikte çalışılıyor.Dükkan satışı kolaylaştırmak icin sizi tavsiye ediyor.

8-Hazır iş otamı kiralayan şirketler:

Japonya’ya mahsus değil aslında ama Japonya’da ki yer darlığından olsa gerek cok yaygın olan bir iş var. Diğer bazı ülkelerde de benzerini gördüm.Hazir iş ortamı kiralayan şirketler bunlar.
Büyükçe bir kat kiralanıyor.Bu kat küçük 10, 15 odaya bölünüyor. Her bir odanın telefon ve bilgisayar bağlantısı var.Resepsiyon, fotokopi, tuvalet vs ortak.

Yeni şirket kurmak isteyen birisi sadece bu oda kirasini ödeyerek hem şehrin güzel bir semtinde şirket adresi göstermiş oluyor, hem de telefon bağlantısı, masa sandalye alma vesaire şeylerle uğraşmamış oluyor. Resepsiyon görevlilerinin önündeki santral cihazında gelen telefonların hangi şirketi aramak icin geldiği anlaşılıyor.Haliyle mesela XXX şirketinin telefon numarasıyla aranmışsa, ahizeyi kaldıran görevli “Buyrun, XXX şirketi” diyerek konuşmaya başlıyor.Böylece sanki sekreterli falan büyük bir şirketmiş gibi müşterilerde olumlu his uyandırılıyor.Başlangıçta çok büyük bir olmayan bir katta da başlanabilir.Üç dört oda dolarsa daha sonra ikinci olarak daha büyük bir yer tutulabilir.
Örnek için burada İngilizce bir sayfa var.http:­/­/www­.mitsuifudosan­.co­.jp­/jbc­/en­/layout­/index­.html
Bu da Japon olmayan bir sirket: http:­/­/www­.executivecentre­.com­/en­/services­/serviced_office­.html

19 Haziran 2007 Salı

BiR KaDıN 30'unda DAHA mı KIYMETLi OluR ..YoKSa ..!?

Otuz yaşını aşmamış güzel hanımlar... Merhaba! işte hedefiniz... ve Henüz 30 unu aşmışlar...kıymetinizi bilin ..

Andy Rooney der ki...

" Yaşım ilerledikçe, en çok otuz yaşını aşmış bayanlara değer vermeye başladım. İşte bunun sebeplerinden bir kaçı:

* Otuz yaşını geçmiş bir kadın asla sizi gecenin bir yarısı
uyandırıp "ne düşünüyorsun?" diye sormaz. Umurunda değildir çünkü ne düşündüğünüz.
* Eğer otuzunu aşmış bir kadın TV deki maçı seyretmek
istemiyorsa, söylene söylene TV 'nin karşısında yanınızda oturmaz. Yapmak istediği bir şeyi yapar. Ve bu genellikle daha enteresan birşeydir.
* Otuz yaşını aşmış bir kadın kendini yeterince iyi tanır ve
kendinden emindir... Kim olduğunu, ne olduğunu, ne istediğini, ve kimden istediğini bilir.
* Otuzunu aşmış çok az kadın onun hakkında yada yaptıkları hakkında ne düşündüğünüzü önemser.
* Otuz yaş üstü kadın çoğunlukla büyük aşklara, ömür boyu sürecek
bağlılıklara doymuştur. Hayatında en son ihtiyaç duyduğu şey
bir başka mızmız, devamlı söylenen, ne yapacağına karışan, yapışkan bir aşıktır.
* Otuzunu aşmış kadın, ağırbaşlıdır. Bir operanın ortasında yada Pahalı bir restoranda sizinle çığlık çığlığa kavga etmesi çok nadirdir. Ha tabi hakettiyseniz, sizi vururken de hiç tereddüt etmez, sonuçlarına katlanmayı da planlayarak. ..
* Otuzunu aşmış kadın övgüler yağdırmakta çok bonkördür, çoğu hak edilmemiş bile olsa... Çünkü takdir edilmemenin ne olduğunu iyi bilir.
* Otuzunu aşmış kadın sizi bayan arkadaşlarıyla rahatlıkla
tanıştıracak kadar kendine güvenir. Daha genç bir kadını, en iyi arkadaşını bile görmezlikten gelebilir, yanındaki adama güvenmediği için.
* Otuz yaşın üstündeki kadın sizin onun arkadaşına ilgi duymanızı hiç umursamaz, arkadaşının onun aldatmayacağını bilir.
Kadınlar yaşları ilerledikçe medyumlaşırlar. Ona günah çıkarmanıza hiç gerek yoktur, onlar her bir haltınızı bilirler.
* Otuz yaşını aşmış bir kadın kıpkırmızı bir ruj sürdüğünde bu ona çok yakışır. Ama daha genç kadınlarda böyle değildir.
* Otuz üstü kadınlar açık sözlü, doğrucu ve dürüsttürler. Ne kadar geri zekalı olduğunuzu bir çırpıda açık açık söyleyiverir, eğer bir geri zekalı gibi davrandıysanız. Onun için ne anlam taşıdığınızı merak etmenize gerek yoktur.

Evet, birçok sebepten Otuz yaşını aşmış kadınları beğeniyor ve
takdir ediyoruz.

Fakat maalesef bunun tersi doğru değil.

Her çekici, akıllı ve bakımlı otuzunu aşmış kadına karşılık, bir tane de 22 yaşında bir tezgahtar yada garson yeni yetme taşralı kızın peşinde kendini gülünç düşüren,sarı pantolonlu ve kel bir göbekli kalıntı vardır.

Türkiye kuraklık alarmı veriyor !!!....

Türkiye kuraklık alarmı veriyor!
Kuraklık, siyaset meydanının öncelikli konuları arasında yok. Ama Türkiye'de çölleşme manzaraları artık alarm veriyor! Burdur'da göçmen kuşların uğrak yeri olan Yarışlı Gölü buhar oldu. Van Gölü'nde ise tehlike çanları çalıyor
YAVUZKAN AKDOĞAN Burdur DHA OSMAN BEKLEYEN Van DHA/ RİZE AA
Miting meydanlarında ekonomik sorunlar, terör tartışması ve üniversite sınavlarının kaldırılması gibi vaatler öne çıkarken kuraklık, su kaynaklarının tükenmesi ve tarımsal üretimde alarm veren gelişmeler seçim gündeminin alt sıralarında yer bulabiliyor.
Ama her gün Türkiye'nin dört bir yanından gelen çölleşme manzaraları, kuraklığın ülkemizi nasıl tehdit ettiğini ve önlem almadığımız takdirde artık çok geç olacağını gözler önüne seriyor.
Burdur'un Yeşilova ilçesinde, her yıl yaz sonunda suyu çekilen Yarışlı Gölü, bu yıl yaz başında kurudu ve göl alanı çöle döndü. Başta flamingolar olmak üzere angut, dikkuyruk ve çeşitli göçmen kuşların uğrak yeri olan göl bu yıl daha önce hiç olmadığı kadar kurudu. Yarışlı Köyü Muhtarı Yaşar Akköprü, "Flamingoların artık buraya gelmemesinden korkuyoruz" diyor ve ekliyor: "Gölün batısında ve kuzeyinde, hububat ve afyon ekimi yapılan tarım alanları var. Gölü besleyen tatlısu kaynaklarının sulama amaçlı kullanılması, kurumayı hızlandırdı. Kuraklık hem köylüyü perişan ediyor, hem doğal güzelliklerimize zarar veriyor."
Van Gölü de kuruyor

Türkiye'yi tehdit eden kuraklıkla ilgili bir diğer ürkütücü haber de Van'dan geldi. 1987 yılından itibaren hızla yükselmeye başlayan ve bazı mahalleleri sular altında bırakan Van Gölü'nde su seviyesi 1995'ten itibaren hızla düşmeye başladı. 12 yılda 1 metre 60 santimetrelik düşüş bilim adamları tarafından "anormal" olarak değerlendiriliyor.Van Gölü'nde su seviyesinin ölçümünün 1944'ten beri yapıldığını belirten Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Orhan Deniz, gölün su seviyesinin 1995 yılına göre 1 metre 60 santimetre düştüğünü söylüyor ve "Bu yıllarda yükselme trendine girmesi gereken göl suyu seviyesi, aksine bir durum gösteriyor. 3-4 yıl daha bekleyeceğiz. Göl yükselme trendine girmezse endişelerimiz başlayacak. Bu düşüş anormal bir değişimin başlangıcının göstergesi" diye konuşuyor.Su seviyesinin düşüşüyle gölün kimyasal bileşimlerinin de değişeceğine dikkat çeken Deniz, şöyle devam ediyor: "Tuz konsantrasyonu ve diğer bileşkelerin artması başta endemik tür olan inci kefali balığı olmak üzere suda yaşayan canlıları olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca göl suyunun çekilmesiyle, çevresindeki sulak alanlar ve burada yaşayan kuşlar da olumsuz etkilenecektir."
Çayda adacık oluştu
Karabük'te merkezden geçen Araç Çayı'nda da su seviyesinde düşüş görülüyor. Su seviyesi yarı yarıya düşerken bazı yerlerde çayın dibi göründü. Suyun azalmasıyla ilk defa çay yatağında adacıklar ortaya çıktı.
Kadıoğlu uyarıyor
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, 2030 yılına kadar dünyadaki ortalama sıcaklık artışının 2 derece olmasının beklendiğini söylüyor.Geçmişte 250 bin yılda bir dünyanın 1 derece ısınıp soğuduğunu belirten Kadıoğlu, 1850 yılından 2000 yılına kadar geçen 150 yıllık sürede ise dünyanın 1 derece ısındığını söyledi. Kadıoğlu, "Bunda 1850'li yıllarda yaşanan Sanayi Devrimi'nin çok büyük etkisi var. 2030 yılına kadar dünyadaki ortalama sıcaklık artışının ise 2 derece olması bekleniyor" diyor.Bu kadar hızlı küresel ısınmaya birçok bitki ve hayvan türünün ayak uyduramayarak yok olduğunu kaydeden Kadıoğlu, 2 derecelik sıcaklık artışının insanlık için getirdiği en önemli tehlikenin, yağışın şeklindeki değişiklik olduğuna dikkati çekiyor.Küresel ısınmanın en büyük nedenlerinin başında kömür, petrol ve doğalgaz kullanımının geldiğini ifade eden Kadıoğlu, şunları söylüyor:"Torunlarımızı, geleceğimizi etkileyecek bu durumun sonuçlarını düşünerek bu gidişata bir son verilmelidir. Aksi takdirde gelecek nesiller sıcak hava, orman yangınları, susuzluk, gıda zehirlenmesi, kuzey enlemlerinin ısınması ile cilt kanseri ve vektörel hastalıklarla karşı karşıya kalacak."


GAP bölgesi de tehdit altında

DHA
Aşırı sıcaklar, GAP bölgesinde üretimi yapılan antepfıstığını da tehdit ediyor. Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ali Çullu, fıstığın sıcak yüzünden daha çabuk olgunlaştığını ve erken hasat edildiğini belirterek, "Fıstığın kalitesi değişme tehlikesiyle karşı karşıya. Ürün çok olsa da fıstığın içi dolu olmayabilir" dedi. Çullu, aşırı sıcakların ürün veriminde düşüşe de yol açacağını kaydetti. KavrulacağızTürkiye'nin güney, iç ve batı bölgelerinde Kuzey Afrika üzerinden gelen sıcak hava kütlesinin etkisiyle cuma gününden itibaren yüksek sıcaklık bekleniyor.
Haziran normallerinin 2-4 derece üzerinde seyreden sıcaklık değerlerinde, cumadan itibaren 5-6 derece artış bekleniyor. Sıcaklıkların, 22-24 Haziran tarihlerinde Marmara, Ege, Batı Akdeniz ve İç Anadolu'da, 24-26 Haziran tarihlerinde de güney ve iç kesimlerde etkili olması tahmin ediliyor. Tahmin edilen en yüksek sıcaklık değerleri şöyle olacak: Ege Bölgesi (İzmir, Manisa, Denizli, Aydın) 40-43 derece, Marmara Bölgesi (İstanbul, Balıkesir, Bursa, Kocaeli, Sakarya) 37-39 derece, Akdeniz Bölgesi (Adana, Isparta, Burdur, Muğla, Antalya) 36-40 derece, İç Anadolu Bölgesi (Ankara, Eskişehir, Konya, Kayseri, Kırıkkale) 36-37 derece.