15 Nisan 2008 Salı

İstemek ve Gitmek...

Bu günlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasina, bir başka ülkeye, dağlara,kırlara, uzaklara... Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey... Her şeyi herkesi bırakıp gitme isteği. Öyle "yanına almak istedigi üç şey" falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her şeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini birakıp gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor. Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor. "Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, aile, güvende olma duygusu vs... En kötüsü alışkanlık. Alışkanlığin verdigi rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Oturup kalıyoruz. Kuş olup uçmak isterken Ağaç olup kök salıyoruz. "Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatimiz küfeler. Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım. Bari ufak kaçışları herkes yapabilse. Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa. Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün sabah 09.00, akşam 18.00. Sonra başka mecburiyetler. Sıkışıp kalıyoruz. Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı. Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığında Bir ömür yani. Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba. Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Zamam zaman kısa mesafelere kaçar yeni yerler görüp kendimi doğa ile baş başa bırakırım. Herşey istemekle başlar.
Ama olsun... İstemek de güzel...

Hiç yorum yok: