26 Ocak 2008 Cumartesi


Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmayabaşlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatyagörmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. içinden “Ne muhteşem bir çiçek” diye geçirmiş.Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.“Merhaba” demiş papatyaya, “sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim.”. Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve“Merhaba” demiş, “ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten.”Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yanaama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve; “Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek” demiş.Papatya buna bir anlam verememiş. “Neden” demiş. “Yoksa benim yanımda mutsuz musun?”. “Hayır” demiş kelebek. “Bilakis sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim.”Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya “Sevi seviyorum” diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece “Bende…”diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.İçinden “Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim.” diye geçirmiş.Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış.Her düşen yaprakta papatya, “seviyormuş” diye geçirmiş içinden.
Galiba bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş :)
“ Seviyor mu, sevmiyor mu ? ” ...

21 Ocak 2008 Pazartesi

Cam Ocağı...


Bu hafta sonu Boncuk ustamız Ahmet Özdeniz' in misafiri olarak Beykoz Riva Öğümce köyünde bulunan cam ocağındaydık.Cam ocağını ziyaret ederek sıcak cam atölyesinde üretimi izleyip farklı cam tekniklerini yakından tanıma imkanımız oldu.

Camın usta ellerde nasıl şekillendiğine tanıklık ettik.Bunun yanında bahçesini gezip doğa ve yeşile hayran kalmamak imkansız.

Gitmişken usta ellerden çıkmış ürünlerden alma imkanınızda mümkün. Ahmet beyle konuşmamızda cam ocağı’nda kurs alan farklı yaş ve meslekteki katılımcıların kimileri mesleki gelişim amacıyla, kimileri keyifle uygulayabilecekleri bir hobi edinmek için, kimileri de kendilerine

farklı bir iş alanı yaratabilmek için kursa katılıyorlarmış. Yurt dışından gelen katılımcıları da var.


Bizler ne kadar az tanısakda dünyaca tanınan bir merkez. Hafta sonunda yolunuz Beykoz Riva 'ya düşerse uğramadan geçmeyin derim.Dönüşde de yol kenarındaki kendin pişir kendin ye piknik alanlarının birinde keyif yapabilirsiniz…

18 Ocak 2008 Cuma

Bereketin Tatlısı Aşure…


Bizim kültürümüzde, geleneğimizde ve inancımızda öyle günler ve hadiseler vardır ki , birlik ve beraberlik ve dayanışma duyguları doruğa ulaşır.O günlerden biriside inancımızda önemli bir yeri olan içinde bulunduğumuz Muharrem ayının 10. günü (19 Ocak Cumartesi) "Aşure günüdür.
Çocukluğumdan beri Aşure günlerini iple çekerim. İnsanların evlerinde aşureler pişirip güler yüzle komşularına pişirilen Aşure' den dağıtmaları beni daima mutlu etmiştir.Çocukluğumda o gün günün tamamını aşure yemeyle geçirirdik.Her hane ayrı bir aşure sofrası kurardı bizlere kimileri tatlı kimileri sütlü yapardı.
Aşure, maharetli ellerden çıkmışsa en güzel tatlıdır. Bugün de aşure orucu tutmak ve dağıtmak yaşatılan bir gelenek olarak görmekteyiz.
Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir.
Şimdiden pişirdiğiniz Aşureleri Allah kabul etsin bereketi bol olsun.

17 Ocak 2008 Perşembe


Zaman geçtikce, kişilerin yaşam tarzı değiştikçe, yeni arkadaşlıklar edinildikçe işten bile değildir unutulmak... Acısı unutan kişiye verilen değerle düz orantılıdır. Hatırlatılınca bile acısı geçmez, zira kişi umursamazlığını altın harflerle kişisel tarihine kazımıştır. Dosyasını açarsınız ve "eskiden o güzel günlerde hiç unutmamıştı bugün unuttu" yu eklersiniz. "o beni unutursa ben de onu unuturum, ha işte unuttum" da gayet anlamsız.İnsanlık hali diye pozitif düşüncelere sarılsanızda nereye kadar ötesi yok unutulmanın.
Unutan kişinin unutulan kişiye verdiği değere göre unutulmak eyleminin gerçekleşme olasılığı yükselir. Dolayısıyla unutululan kişi iseniz, kendinizi göstermenin, hatırlatmanın hiçbir olumlu etkisi olmayacağı gibi, boşuna çırpınmanıza da gerek yoktur.
İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler.
Ama insanlar onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar…
Yalnız unutmak isteyenler unutur…
UNUTULMAMAK DİLEĞİYLE.

12 Ocak 2008 Cumartesi


Drama türü olan tam dört ay, üç hafta ve iki gün önce hamile olan bir kızın, Romanya'da komünizmin sonlarına doğru yaşadığı sıkıntıyı gözler önüne seren ve Canneste Altın Palmiye ye ulaşan film, karakterlerin yaşadığı çaresizliği içinizde hissetirmeyi başarıyor..
Filmin başında, daha ilk karede gördüğümüz bir iki balıklı akvaryum komünizmi cesurca resmediyor ve iki genç kızın durumunu niteliyor.
Aslında o anda anlıyoruz ki filmin gerçek amacını, bir insanın yaşadıkları üzerinden Romanya'daki komünizmi, Çavuşesku’nun iktidarda olduğu son yılları anlatmak.

11 Ocak 2008 Cuma

Arkadaşlarıma...


Hayat dediğimiz ölümü beklediğimiz bekleme salonu mu ki? Dar zamanlara sıkıştırılmış yüreklerle sınırlı zamanlar konmuş önümüze... yaşa denmiş, başarabildiğin kadar yaşa... yürek büyük gelmiş, zaman kısa, hayat... birkaç beden küçük.

İşte bu yüzden ki; seçerek yaşamışız, yaşadım! diye haykırabileceğimiz zamanlarımız azalmış... hissettiklerimizi almışız yanımıza, gerisini koyvermişiz. ve demişiz ki; yaşadığımız kadarız...

İşte hepsi bu. varlık ve evren sizlerle bir bütün.. benim geniş dağınık dünyam varlığınızla biraz daha güzel... kimilerinin umudu da sizlerin varlığınla besleniyor..

Çekip gitmek kolay!!!... Olduğunuz ve olacağınız her an en güzel şey kendinizsiniz..

İyi ki Varsınız...

5 Ocak 2008 Cumartesi


Karşımıza erken çıkmış insanları, arkadaşlıklarımızı, dostluklarımızı zaman içinde yolun dışına sürerken birgün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyormuyuz ?...
Hayat her zaman cömert davranmaz bizlere. Tersine çoğu kez zalimdir.
Her zaman aynı fırsatları sunmaz bizlere...Toyluk zamanlarını ödetir, hoyratça kullandığımız değerini bilmediğimiz arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız kıymetini bilmediğimiz dostlukların, savurganca harcadığımız saygı göstermediğimiz aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız birgün...

Bir akşam üstü kimsecikler yanımızda olmaz. Ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir...