24 Ağustos 2007 Cuma


Leonardo da Vinci 'Son Akşam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi. Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam, sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu... Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: 'Ben bu resmi daha önce gördüm... ' 'Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı. 'Üç yıl önce' dedi adam.. 'Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı >söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'
İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır... Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...

21 Ağustos 2007 Salı

Rixos Oteli Plajı Önü - BODRUM
Camel Beach Plajı - BODRUM
Aktur - BODRUM
Kale Plajı - AKÇAKOCA

Şantiye Bahçesindeki Çiçekler


Samandere Şelaleleri - DÜZCE


20 Ağustos 2007 Pazartesi

Akçakoca....



Bu hafta sonuki istikametim Karadeniz kıyısında denizle ormanın birleştiği fındık diyarı Akçakoca. Hem denizin tadinı çıkarmak hemde etrafı gezmek için benim gibi yerli ve yabancı turistleri ağırlamakta.

Akçakoca'da güneş denizden doğar denizden batar diyorlar. Buranın eski adı da zaten Diapolis, yani parlak şehir.

Gece iki saatlik araç yolculuğumuzdan sonra Akçakoca'ya varmıştık. Yola çıkmadan ve yolda yemek yemediğimiz için bayağı açıkmıştık. Akçakocada bizi bekleyen arkadaşımızı aradım ve hangi balık lokantasına gelelim dedim. Gurme'de buluştuk balıklarımızı yedik ve sonrasında güzel bir sahil turu yaptık. Çınar caddesi gece trafiğe kapatılıyor ve bir hayli kalabalık oluyor.Gece istanbul'a nazaran daha bir serinde üşüdüm desem yalan olmaz :) Ertesi günü sabah erkenden kalktım ve sahil boyunca yürümeye başladım. Denizde geçen takaları ve yunusları izledim.Deniz kenarında midye kabuğu ve taşlar topladım. Uzun bir plajı var hafta sonları çevre illerden gelenlerde olduğu için sabah saatlerinde kalabalıklaşmaya başladı. Deniz derin ve dalgalı tabiki ben kenarlarda dolaştım çünkü bundan ül yıl önce akçakocaya gittiğimde o zaman bu kadar detaylı gezememiştim gözümün önünde birisi boğuluyordu dalgalar aldı götürdü adamı o yüzden kenarlarda dolaştım vede güneşlendim..
Tabiki her tatil yöresinde olduğu gibi buradada bir eşyamı kaybetmeyi ihmal etmedim :)

Sahilden sonra istikametimiz Akçakoca'nın sembolü niteliğindeki Ceneviz Kalesi. Ceneviz Kalesi 1216 yılında ticaret gemilerine yol göstermek için kurulmuş. Şimdi ise sahil bölümü ile birlikte büyük bir mesire alanı olarak hizmet veriyor.
Akçakoca'nın Beyazkayaları kaleden görülebiliyor. Bunun benzeri Kefken Kerpe 'de Şeytan Kayalıklarını görmüştüm.
Büyük dilek kuyusu ise, hemen dikkati çekiyor. Burasını aslında Kale Müdürü tarafından çöp atılmasın diye dilek kuyusuna çevirmiş. Şimdi hem temiz kalıyor hem de atılan paralarla kaleye gelir sağlanmış oluyormuş :)
Akçakoca'ya gelip de dünyada pek başka bir örneği olmayan Merkez Cami'yi görmeden dönmek olmaz. Mimar Ergün Subaşı, klasik kubbe yerine sentez mimari uygulamış. Sekizgen köşelerden oluşan kubbe ve mavi dokulu minarelerle eşsiz bir cami ortaya çıkmış..
Ayrıca yöresel lezzetler olarak yaprak sarma, mancarlı pide ve Akçakoca'nın özel tatlısı melengüçeyi deneyebileceğiniz yerlerden birine de girebilirsiniz.
Birde yemeğin üstüne fındıklı tahin helvası en güzeli denemenizi tavsiye ederim...

Dönüşte Düzce Hasanlar Köyüne uğradık yeğenlerimi görüp sohbet ettikden sonra İstanbul yoluna koyulduk. Yolda sapanca tesislerinde mola verdim ben orasını çok seviyorum hoş biryerdir. Sapanca gölü kenarında huzurlu bir tesis kışın dahada güzel oluyor. Yörük çadırında ayranımızı iştik. Ayranını tavsiye ederim çok güzel. Sonrasında biraz etrafı gezindik bahçesindeki hayvanları sevdik yalnız çocuklar tavşanları korkuttuğu için ben yakalayıp sevemedim çok şirinlerdi yol arkadaşım yakalayıp sevmişti bende resimlerini çekmiştim keşke bende o zaman alıp sevseydim... Resimlerimiz çekindikden sonra tekrar yola koyulduk.Bir hafta sonu gezimizde böylelikle tamamlanmış oldu.
Birdahaki gezimizde buluşmak üzere klavyem...

18 Ağustos 2007 Cumartesi

Turşu Suyu Canınız Çekerse.


Bodruma gidipde canınız turşu suyu çekerse Bodrum Turşucusuna uğramayı ihmal etmeyin derim.Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi mezunu Cem bey ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu Ziya beyin girişimi ile açılan Bodrum Turşucusu’nda lahana, Ankara Çubuk turşusu, kornişon, domates, pancar, biberiye, yakan, tatlı biber, fasulye, patlıcan dolma, lahana dolma, biber dolma, muşmula, kayısı, yeni dünya, üzüm, şeftali, sarımsak, çağla, badem ve erik turşuları satılıyor. Ayrıca turşu suyunu mutlaka denemelisiniz. Canınız turşu veya turşu suyu isterse Bodrum merkezde bulunan turşu dükkanına uğrayabilir ya da Oasis’te ayaküstü bir bardak turşu suyu içebilirsiniz.



Şimdiden afiyet olsun :)

Aşk Coğrafyasında Konuşmalar...


Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi hikâyelerimiz var. Bugün bile yüzlerce türkümüz, bu hikâyelerden alınmadır. Bu aşıklar, çok acı çekerler ama buluşamazlar. Hikâyenin sonu ise çok enteresandır. Aslı, gerdeğe girmek için düğmelerini çözerken elbisesi alev alır, yanar. Kerem de yanar. Aşkla yanarlar ve yine buluşamazlar. Fakat hikâye burada da bitmez. Kerem ile Aslı’nın külleri kalır ve küller birbirine karışır.. İşte Anadolu toprakları: Kayseri, Erzurum, Bursa, İskenderun Kerem ile Aslı’nın külü. Bu topraklarda anneannelerimiz, dedelerimiz, birbirinin küllerine karıştı. Biz burada insanlığın külüne karıştık. En çok ziyaret edilen, tarihin en çok mezar adları taşıyan, sandukaların, kral mezarlarının, evliya türbelerinin en çok olduğu topraklardayız. Bu topraklar, Kerem ile Aslı’nın külüdür ve bu kül, bizi ilahi tutkallarla bağladı. Şimdi bize etnik ayrımcılık dayatıyorlar. Ama hiçbirimizin annesi, babamıza aşık olurken, ‘bu, inşallah Çerkez’dir, Boşnak’tır’ demedi. Ancak hepimizin annesi ve babası, bir düğünde karşılaştıkları zaman, ‘seni yaratan ne güzel yaratmış, ben sana kurban olayım’ demiştir. Biz, Allah’ın yarattığı her insana evlenirken kurban olduk, çoluk çocuk kurban olduk. Bu topraklara da kurban olduk. Biz, şehirlerimizi böyle kurduk. Birliğimizin temelinde, bu aşk felsefesi, bu evliyalar ve bizi kardeş yapan bu türküler, bu halaylar, bu kemençeler yatıyor...
(Tanıtım Yazısından)

Sahhaflar ve İkinciel Kitapçılar...


İki meslekte aynı gibi görünsede arada önemli farklar vardır aslında. ikinci el kitapçılar daima ucuz kitap satarlar, romanlar, hikaye kitapları, çocuk kitapları bunlardan bir kaçı...sahhaflar ise bunun çok daha ötesindedir. bulunmayanı bulur, kitaplar hakkında bilinmeyini bilir, nadir baskı kitaplar, imzalı kitaplar, ilk baskı kitaplar, osmanlıca, yunanca, arapça, ermenice dilinde kitaplardan en az biri hakkında konuya hakim digerlerinide önüne koyduğunuzda yorum yapabilendir..ikinci el kitapcılarda kitaplar cidden ucuz olur vay be dersiniz iyi fiyata aldım. ama sahhaf dukkanlarından alacaginiz bir kitap pekte ucuz olmayabilir çunku o kitabı bir daha bulamama ihtimaliniz vardır. daha sayısız farkı olan bu iki eski kitap sektörü günümüzde içiçe girmiştir kim ikinci el kitapcı kim sahhaf belli degildir...

14 Ağustos 2007 Salı

"ÇATI" bütün dünyada yankılar uyandıran inanılmaz serüvenin kitabıdır. Yayınlandığı andan itibaren bütün dünyada en çok satan en çok satan kitaplar arasına giren bu romanı okurken , böyle olayların yaşanmış olabileceğine inanamayacaksınız.
Amerikalı genç kadın yazar V.C. Andrews küçük yaşta geçirdiği hastalıktan ötürü, ömür boyu üzerinde yaşayacağı tekerlekli sandalyesinde yazmaktan şikayetçi olmadığını açıklıyor.Kitapların konusunu gerçek hayattan alıp almadığı sorusunuda cevapsız bırakıyor. ÇATIDAKİ RÜZGAR, GAZAP TOHUMLARI, ÖÇ YUVASI ve ÇATIDAKİ DİKENLER V.C. ANDREWS' in diğer romanlarıdır.
Arka kapaktan Alıntıdır.

Gerçek olamayacak kadar kan donduruyor. 4 kardeş bir çatı katına kilitleniyor ve özgürlükleri ellerinden alınıyor.Aşk mı para mı önemlidir sorusu yanıt buluyor. Anneleri para uğruna çocuklarını zehirliyor.Çok üzücü ve sürükleyici bir hikaye..Yazar gerçekten okurken sizi sanki çatı da yaşıyormuşsunuz gibi bir izlenime kaptırıyor.
Dilerimki böyle hayatlar sadece satırlar arasında kalırlar...

10 Ağustos 2007 Cuma


sahilden göklerde uçan paraşüt çok güzel görünüyordu heyecanlı olacağını düşündüm ve bitezdeki uysalı bulup bizi havalandırmasını söyledik oda tamam abi dedi turistleri bir uçurayım sonra sizi alırım dedi ama çocuk birgün önceden üşütüp rahatsızlandığı için bizi unuttu :) tabiki bizde güneşin altında fazla yatınca rötarlı binmek zorunda kaldım ama güzel oldu.... Benden önce bir bir çift vardı eşini bindirmeye gelmiş valla bayanda acayip heyecan vardı onu görünce benide sardı bir heyecan :) ama artık gelmiştik Uysal bayanı fazla yukarı çıkartmadı 70-80 mt kadın inince ilk aklına gelen boğaz köprüsünde intahar edenler gelmiş ... bu benim için büyük bir moraldı :)


Yinede yerden 100 mt yukarıda olmak çok zevkli ve heyecanlıydı...


Resmi çeken Kadir İnanır bakışlı yakışıklı yeğenim olur bayılıyorum onun bu pozlarına :)

Bir dahaki hedefim Babadağdan yamaç paraşütü :)

Kendine İyi Bak...



kendine iyi bak... "Kendine iyi bak" bir "veda" degil "elveda" cümlesidir çogu zaman. O üç kelimeden çok daha fazlasini gizler içinde... "Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra ben yaninda olmayacagim. Olamayacagim. Istesem de istemesem de. Sevdim bir zamanlar seni, hala seviyorum ve benden sonra da mutlu olmani istiyorum. Olurda bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum. " "Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra kendinden baskasi olmayacak yaninda sana bakacak. Ben olmayacagim. Kendine iyi bak ve beni düsünme. Çünkü ben de seni düsünmeyecegim artik. Arama sakin beni, yazma, çünkü ben yazmayacagim. Sil beni yüreginden, çünkü ben silecegim. Fakat, yasanilan, paylasilan güzel seyler hatirina sana yürekten mutluluklar diliyorum. Ve ben bir daha dönmemek üzere gidiyorum " "Kendine iyi bak. Aramizda geçen herseye ragmen benden sonra iyi oldugunu bilmeyi tercih ederim. Aslinda bilmem çok önemli degil, iyi oldugunu varsayacagim ben. Seni bir daha asla görmemek üzere gidiyorum ben, seni kendinle basbasa, Yapayalniz birakiyorum ben. Biliyorum kendini birakacaksin benden sonra, o yüzden iyi bak diyorum. Aslina bakarsan, çok da fazla umursamiyorum. " Kendine iyi bak, derler ve giderler. Tutkuyla sevenler, bazen birden fazla söylerler bunu. Çünkü onlari ayirmak, eti tirnaktan ayirmak gibidir. Kolay kolay kopamaz onlar, süreç çok aci vericidir, yürek parçaliyicidir. Her seferinde azalan umutlarla geri döner ve yine "Kendine Iyi Bak" gözleriyle ayrilirlar. Ta ki umut da, sevgi de tükeninceye kadar.. *Taki son elveda mezar sessizligine bürünüceye kadar* Tutkunun ötesinde sevenler, bir kez "Kendine Iyi Bak" derler ve giderler. Onlar eti tirnaktan ayirmak yerine ölümü yeglerler. Onlar bu aciyi bir kezden fazla kaldiramayacaklarini bilirler. Kendine iyi bak, derler ve giderler. Bu sözlerin içinde ihanet yok, hiç bir zaman olamaz derler ve giderler. En büyük ihanet degil midir aslinda seni seveni, ihtiyaci olani yüzüstü birakip gitmek. Kendine iyi bak, derler ve giderler. Seni suskunluga mahkum edip giderler. Seni parçalara ayirip, en büyük parçayi yanlarina alip giderler. Seni senden alip giderler. Daha kötüsü suçlayamazsin onlari tüm bunlar için. Kendine iyi bak deyip gidenin geçerli bir nedeni vardir elbet. Suçlatmaz kendini. Savasmadiklari için kizarsin ama suçlayamazsin. Savasmislarsa, yenildikleri için kizarsin ama suçlayamazsin. *Yenildigin için kizarsin ama suçlayamazsin* Ayriligin kaçinilmazligina inandirir seni, kendine iyi bak, derler ve giderler. Elinden umutlarini, düslerini, sevgilerini alip giderler. Bir tek anilari birakirlar geride, Bir de hatirladikça gözyaslarina bogulasin diye unutulmayan nagmeler. Arkalarina bakmadan çekip giderler eger yalniz kalmissan, Çünkü insafsizliklarini görmek istemezler. Hersey o saniye orada bitsin, kapansin bu sayfa isterler. "Bitti" diyemedikleri için , kendine iyi bak derler. "Kirildim ve affedemiyorum" diyemedikleri için kendine iyi bak derler. "Seni istemiyorum artik, hayatimdan çikaracagim ama bil ki hiç unutmayacagim" Diyemedikleri için kendine iyi bak derler. "Biliyorum çok kanayacaksin ama daha iyisini yapamiyorum" diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Vicdanlarini rahatlatmak için kendine iyi bak derler, çünkü o kan uzun süre akacaktir ve o yara asla kapanmayacaktir, bilirler. Kendine iyi bak bir noktadir çogu zaman. Kendine iyi bak deme bana, sadece kötülükler noktalansin isterim ben. Oysa sen iyisin.... *Sen gözümdeki isik, dudagimdaki tebessüm, sen içimdeki sevinçssin. Sen hayatima renk katan, sen yüregimdeki çarpinti, sen hayatimdaki nesesin. Sen yolumu aydinlatan, sen dert ortagim, sen gönül yoldasim, sen bir tanesin. Kendine iyi bak deme bana. Nokta koyma. Keske böyle yasanmasaydi bazi seyler, keske affedebilsen beni, keske ben de affedebilsem.. Keske döndürebilsek zamani geriye. Keske bugünkü aklimizla yasasak herseyi bastan. Nafile...Ama yine de, gitmesen olmaz mi? Bitmesek olmaz mi? Sen eksikken, ben nasil tam olurum? Senden kalan boslugu kimlerle doldururum? Savassak aramiza giren seytanla olmaz mi? Hani büyük asklar her türlü engeli asardi, hani gerçek dostluklar her sinavi geçerdi, Hani sevgi eninde sonunda kazanirdi? Hani hayatta hiç kirlenmeyecek degerler vardi? Hani en büyük zaferler, en kanli savaslarin ardindan kazanilirdi? Bunlarin hepsi yalan mi?... Sahiden..., Gitmesen olmaz mi? Bitmesek olmaz mi? Peki o zaman... Senin istedigin gibi olsun... Öyleyse... Sen de "Kendine Iyi Bak.
(Alıntıdır)

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Mars


Yüzeyindeki su birikintilerinin varlığı araştırılan, turistik yolculuklar yapılan ve hatta ileride insanoğlunun yaşayabileceği tek gezegen olarak gösterilen gezegen, yaklaşık 60 bin yılın ardından ilk kez görünecek.

Mars gezegeni Ağustostan itibaren geceleri gökyüzünün en parlak cismi olacak. Mars çıplak gözle dolunay kadar büyük görünecek. 27 Ağustos'ta Mars dünyaya 34,65 milyon mil yaklaştığında en büyükgöründüğü gün olacak. 27 Ağustos gecesi 00:30'da gökyüzünü izleyin.Dünyanın iki ay'ı varmış gibi görünecek.Mars'ın dünyaya bu kadar yakın geçeceği bir sonraki tarih 2287 yılı. Bunu dostlarınızla paylaşın.Bugün hayatta olan hiçbir kimse bu olayı tekrar göremeyecek.

NİYE YAKINLAŞIYOR? Dünya, Güneş'in yörüngesinde dönerken, ortalama her 2 yıl 2 ayda bir, dış kulvarda dolanan Mars'a yetişiyor ve bu gezegeni geçiyor. Her seferinde, hem dünya Mars'ı geçtiği hem de Mars'ın yörüngesi elips şeklinde olduğu için iki gezegen arasındaki mesafe değişiyor. Dünya, her 15-17 yıl arası Mars'ın yakınından geçiyor. Bu dönemlerde de gezegen çok parlak görünüyor.

5 Ağustos 2007 Pazar

Hikaye....


Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Penceresinin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş.

Tık..... Tık...... Tık....

Adam içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Çok meşgulmüş! Dönüp cama bakmış. Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyacanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, derin bir nefes almış, şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış: 'Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım.' Adam birden parlamış. 'Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam.' demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş. 'Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu?' Kırlangıç mahçup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş; Adam, adam! Haydi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam.' Adam kararlı, adam ısrarlı; Yok ,yok ben seni içeri alamam' demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. 'İşim gücüm var, git başımdan.' Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş; 'Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi, al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın, yalnızlığını paylaşırım.' demiş. Bazıları, gerçekleri duymayı sevmezmiş. Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek sinirlenmiş. 'Ben yalnızlığımdan memnunum.' demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinde de başarısız olunca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş; 'Hay benim akılsız başım.' demiş. 'Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma keyifli bir vakit geçirirdik birlikte.' Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş. 'Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Beni seviyor nasılsa. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.' Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki;

Kırlangıçların ömrü altı aydır, evlat.....' Hayatta bazı fırsatlar vardır, sadece bir kez elinize geçer ve değerlendirmezseniz uçup giderler. Hayatta bazı insanlar vardır, sadece bir kez karşınıza çıkar ve değerini bilmezseniz giderler. Ve asla geri gelmezler. Dikkatli olun.... Farkında olun..... Ve bir düşünün bakalım;

Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız???....

2 Ağustos 2007 Perşembe

Kendimden Kaçtım....


Seni bulmak için, sana varmak için, yüreğine bir kez olsun dokunabilmek, gözlerinden bir kez geçebilmek için kaçtım. Bir kez olsun dokunabilseydim yüreğine, bir kez olsun gözlerinde kendimi görebilseydim, bir kez olsun ismimi senin sesinle duyabilseydim, ölmeyecektim.
Bu bir büyüydü benim için, sonsuza kadar ve mutlu yaşamamı sağlayacak o üç elmanın düşmesiydi. Yaşamımın bir masala dönüşmesiydi. Sense bunların benim için ne anlama geldiğini hiç bilmedin.
Sıradan biri, hayatından öylesine gelip geçmiş biri, sana bir kez bakmış sonra unutmuş herhangi biri olmamı istedin.
Bense sana bir kez baktım, ve hiç gitmedi yüzün gözlerimin önünden…
Ben durup durup seni özlerken, senin hiç haberin olmadı. Sana yazarken, parmak uçlarım kağıda değil tenine dokundu, hissetmedin, anlamadın. Nefesini kıskandım, sana nefes kadar yakın olmak için tanrıya yalvardım. Sen saçlarına dokunurken ben dokunuşunu hissettim saçlarımda, sen bana bakarken, ben eridiğimi hissettim. Senin hiç haberin olmadı.
Tüm dileklerimi senin için diledim. Tüm isteklerimi sana göre belirledim. Sen olursan olsun istedim, tüm istediklerim. Anlamı olmayacaktı. Sensiz gerçekleşecek hiçbir dileğin, bende bir anlamı olmayacaktı.
Sonra kaçtım kendimden. Sana varmak için tüm yolları denedim. Seninle konuşmayı denedim, sana bakmayı denedim, sana dokunmayı denedim. Denedikçe yanıldım, yanıldıkça yandım. Yandıkça parçalandım. Sana varamadan, savruldu parçalarım. “Gözlerin gözlerime değdikçe, felaketim oldu, ağladım”*
Yüreğimdeki varlığını bilmenden çok, yüreğinde var olmak istedim. Hayatımdaki anlamını bilmenden çok, hayatında bir anlamım olsun istedim. Bana bakarken beni gör istedim. Beni bil istedim. Belki bir hayaldi ama, beni sev istedim. Ben savaş verirken kendimle, en çok da seninle, senin bunlardan hiç haberin olmadı.
Kim bilir, belki de olsaydı umurunda olmazdı.